İlişki Terapisti Dr. Murat Dokur ilişkinin dönemlerini ve dinamiklerini anlatıyor…
İlişkinin dönemleri
"İlişkinin teorik varsayımlarına göre, birkaç dönemden oluşan değerlendirmeler var. Bunlar başlangıçta bütün ilişkiler için geçerli.
Birincisi Sembiyotik Dönem; bu çok yakın olunan flört dönemi. Sevgi ve şefkatin yoğun, anne-çocuk ilişkisi gibi birbirinden beslenmenin çok yakın olduğu, ihtiyaçların birinci elden karşılandığı bir süreç.
İkincisi; İkili Bağımlı Dönem. Kişilerin sürekli birbirlerini görmek istemeleri, görmezlerse huzursuz olmaları ve saatlerce -içerik fazla bir şey ifade etmese de- telefonla konuşma ihtiyaçları ya da birbirine sarılma, birbirinin kucağında yatma ihtiyaçları...
Bağımlılık dönemi; başlangıçtaki o coşkulu belki de balayı dönemi denilebilecek dönem ve her ilişkide olan bir dönem. Bu şekilde yoğun yaşanan bir süreç sonucunda, çiftler o çok iç içe geçmişliklerinin ardından bireyselleşme ihtiyacı duyarlar.
Ve kişilerin bireyselleşmek istedikleri dönem başlar. Bu tıpkı ön ergenlerin aileden uzaklaşmak, kendi bağımsızlığını ilan etmek durumuna benzer. İşte bu noktada taraflardan biri böyle bir farklılaşmaya, bireyselleşmeye, belirli bir mesafe ayarı yapmaya hazır değilse çatışma ortaya çıkar. Ve çatışma ortaya çıktığında da 'Çatışmalı Bağımlı Dönem' dediğimiz dönem oluşur."
Çiftlerin her ikisinin de aynı dönemde olmasının ilişkiye etkisi
“Bazen avantaj, bazen dezavantaj oluyor. Çiftlerin her ikisi de bireyselleşemediği dönemi yaşıyorsa, birbirlerini örseleyerek, ciddi zararlar vererek ayrılmaları yaşanıyor; hatta zarar vermek adına ayrılamamak gerçekleşiyor. Çünkü o dönemde baş edilemeyen bir öfke var. O yüzden de kendi içindeki ardışıklığı ve ahengi; çiftlere göre ya da ilişkiye göre değerlendirebilmeli. Ama önemli olan bireylerin bu dönemleri en ılımlı şekilde geçebilmesi.
Ya da bazen bizim, 'maraziyet içinde uyumlu ilişki' dediğimiz şey gerçekleşebiliyor. Bu tür ilişkide çiftler farklı dönemlerde olabiliyorlar. Ama marazi olarak kabul edebilecek hal içinde, bir uyum sağlamış da olabiliyorlar. Ve genellikle bu çiftlere 'ilişkinizde maraziyet var' demiyoruz. Çünkü onlar bir ömür boyu böyle yaşayabiliyorlar, maraziyetleri birbirini tamamlamış oluyor.
Fakat en kötüsü bu dönemlerin belirli bir noktasında kişilerin yorgun düşmeleri. Karakter özelliklerinin de devreye girmesiyle soğumuş ilişki dediğimiz (betonlaşmış ilişki). Belki birçoğumuzun kendi anne babamızda gördüğümüz, sanki ilişki yokmuş gibi bir ilişki yaşanması. Heyecanı kalmamış, kişilerin birbirlerinden bekledikleri, istedikleri kalmamış, sadece birbirinin var oluşunda iki kişi gibi."
İlişkiye üçüncü bir şahıs gibi bakmak önemli
"Behçet Necatigil'in bir şiiri vardır: 'Yaşa nasıl yaşadıysa anan baban, öndekine uyar tekerlek, git gel aynı yollardan, aynı arabayı çekerek'. Hiç kimse aynı arabayı çekmek zorunda değil. Yani kişilerin hangi arabayı çektikleri önemli…
İlişkiyi üçüncü bir şahıs gibi göz önüne alıp, ilişkiye gereken önemi vermek ve onu beslemek zorundayız. Birbirini beslemek zorunda değil insanlar.
İşe yaramadığını gördüğümüz klasik bilgiler dahilinde, 'ben, sen ve biz varız' cümlesi geçer. Hayır, 'ben, sen ve o' var. Yani ilişki var. 'Biz' olunca ortalık karışıyor, çatışmalı ilişkiler ortaya çıkıyor.
İnsanlar ilişkiye yatmaya başlıyorlar. Bakımsız bir kadının bakımlı kocasınca şikayet eder hale gelmesi, bakımsız bir adamın bakımlı karısından şikayet eder hale gelmesi, ama kendilerine bakmayı akıl edememeleri durumu yaşanıyor. Ve orada güç mücadeleleri var, yarış var, hatta dalavere var. Ama bizim bakış açımız - yani pragmatik yaklaşım; doğru yok, yanlış yok, ahlaklı yok, ahlaksız yok; sadece ilişki ve kişilerin ilişkiye nasıl davrandıkları var. Ve davranışın nasıl davranışı yaptığı var. Çünkü davranış davranışı yapar ve biter. Bize öğretilenlerin en kötüsü de 'gibi' davranmaktır. Oysa 'mışçasına' yapmak ilişkinin affetmediği tek şey. Çünkü ilişki doğallığı seviyor.”