"Ne ettim ne buldum?" diyerek, bu güne dek gösterdiğimiz performansı masaya yatırıp, düşlediğimiz sonuçların ya da "iki-iki dört eder" mantığıyla kucağımıza gelmesini beklediğimiz kazanımların ne alemde olduğuna bakacağız. Bazılarımız geçmişte öylesine önemseyip de bütün yatırımını yaptığı gelecek hayallerinin, aslında umduğu mutluluğu vermediği sonucuna varacak. Bazılarımız ise, bir türlü bekledikleri sonuçları elde edemediği gerçeğini önüne koyup, "Bende mi bir sorun var, yoksa hayallerimde mi?" deyip, hayata sundukları ile hayattan umdukları arasındaki farkı değerlendirmeye başlayacaklar. Elbette alışveriş, beklenti-sonuç, gayret-ödül denklemlerinden hoşnut olup, bir adım sonrası için nelere talip olduklarını düşünenlerimiz de olacak. Ancak hangi grupta olursak olalım, bu Dolunay’da idrak edeceklerimiz ya da karar vereceklerimiz, bizim hayat yolumuzda bir dönüm noktası niteliği taşıyacak.
Kendimizi, çevremizi ve hayatımızı acımasızca yargılayacağımız bir dönemdeyiz
Yargı sistemimizin temelinde, "biz kabul edelim ya da etmeyelim" gayet baskın bir kriter var. Bu kriter, "büyüdüğümüz ortamda bize yüklenmiş ya da bu ortamın doğrudan/dolaylı etkisiyle şekillenmiş olan değerler ve öncelikler" olarak tanımlanabilir. Biz kendimizi güvende, başarılı, doğru yolda, değerli, yararlı, anlamlı hissetmek için bu kriterlerin içini dolduran bir hayat sürdüğümüzü görmek isteriz. Bazen sadece bu nedenle, yeteneklerimizi ve eğilimlerimizi bir yana itip, "doğru" olduğunu düşündüğümüz yoldan gider, sonra da elimizde kalan, işin, evliliğin, hayat şeklinin, çevrenin ya da basitçe aynada gördüğümüz insanın "aslında" bizi tariflemediğini görürüz. Elimizde olanlar, bize göre "onaylanabilir" olanlardır ve bizi tariflemekten uzaktırlar.
Bazen de kendimize dair hep bir "eziklik ya da hoşnutsuzluk" olur içimizde. Zira, birçok şey yapmışızdır ama bunların hiçbiri kendimizi "onaylanmış" hissetmemiz için yeterli gelmemiştir. Hala birileri bizi yargıladığında ya da yargılama ihtimali doğduğunda alınganlaşır, birilerinin beklentisinin ya da talebinin içine oturmamaktan endişe duyar, sahip olduğumuz konum, ilişkiler ya da imkanlar ile birilerini "yeterince" etkileyememekten korkar, yani hayata verdiğimiz emeğe ve elde ettiğimiz sonuçlara, gereken saygıyı duymaz, geldiğimiz yeri bir türlü "kıymetli" bulmayız. Oysa şöyle bir geri dönüp de son yıllarda yaşananlara baktığımızda, kendimize ve çevremize dair "öncelik, önem, değer" kriterlerimizi, genel-geçer doğrularımızı, algı-yargı sistemizi, ciddi ciddi boşa çıkartan birçok deneyim yaşamış olduğumuzu görürüz.
Son yıllardan fincanımızda kalan telve "yerleşik değer sistemimiz" ile "deneyimlerimiz" arasında kocaman bir boşluk olduğunu sergiliyor önümüze ve geleceğe dair falımızı okumaya başlamadan önce, bu gerçeği fark ve kabul etmemiz, seçimlerimizi bu gerçeği dikkate alarak yapmamız farz. Bizim hayata dair bir türlü fark ve kabul edemediğimiz düzen şu: Kaderimiz diye algıladığımız şey, hikayenin bizim dikkatimizi çeken ve başkaları tarafından yargılanan "maddi konum, evlilik, refah, vb." yanları değil.
Bu dünyadaki görevimizi sorgulayacağız
Her birimiz, taşıdığımız genetik mirasın yüklerinden bazılarını temizlemek, bazılarını ise parlatıp ortaya çıkartmak görevi ile buradayız. Hayat deneyimlerimiz, bu görevi yerine getirmek için şekillenirler. Belirli duraklarda yaptığımız tercihlerle, biz sadece senaryonun arka planını belirleriz. Ama biz ne yaparsak yapalım "dünyevi anlamda" elde ettiklerimiz, bizim beklediğimiz sonuçlar değil, görevimize hizmet eden sonuçlar olacaktır. Yani seçimlerimizle "kader sandığımız" senaryoyu şekillendirir, ama özünde asıl yapmamız gerekeni yapmamızı, anlamamız gerekeni anlamamızı sağlayacak sonuçlara doğru çekiliriz. Akışta bir noktada geliştirmemiz gereken idrak oluştuğunda ve "sadece dille söylenmekle kalmayıp" pratiğe de dökülmeye de başladığında senaryo birden değişir.
Bu noktada "Yani ben anlamam gerekeni anlayınca, iyi bir evliliğim, bankada yeterince param, sağlıklı ve başarılı ve uysal çocuklarım ve taş kıvamında asla bozulmayan bir vücudum da olacak mı?” diyenlere selam olsun. Bunlar olur mu bilmiyorum. Zira o kadarını ben bilmem ”Merkez” bilir. Ama iç huzuru ve elde ettiklerimizle ilgisi olmayan, eşsiz bir güven duygusu ve doğal bir teslimiyet hissinin oluşacağını biliyorum. Böyle bir hoşnutluk, sadece yolun bizi daima olması gereken yere çıkartacağına dair bir iman geliştirmekle olur.
"Bu, elimizde olana kaderci bir biçimde boyun eğmek midir?” diye soranlar olacaktır mutlaka. Cevabım koca bir hayır. Ben boyun eğmekten değil, elimizdekileri yargılarken kullandığımız bakış açısını değiştirmekten bahsediyorum. Belki şimdiye dek bir nedenle kabullendiğimiz şeyleri hayatımızda tutmayı "artık gerekli görmemek" dahi olabilir bu değişimin sonucu. Belki özlemlerimiz ve tutkularımız da bu doğrultuda değişir.
Bu Dolunay'da ne istemeliyiz?
Hoşnutluk, çabayı bırakmak değil, çabalarımızı şekillendiren yargılardan soyunmaktır. Hoşnut olduğumuzda, bizi huzursuz ve kaygılı bir hale getiren beklentilerden kurtulur, kendimizi başkalarıyla karşılaştırmayı ve yargılamayı bırakır, hak ettiklerimize dair keskin yorumlardan vazgeçer, hayatımızı çevremizin, ailemizin bize ektiği "süfli" değer yargılarına göre değil, Ruh’un yasalarına göre değerlendirir, ve evrenin bizi olduğumuz gibi sevip kabul ettiğinden emin oluruz.
Evrensel sistemin "adil" olduğuna dair imanımızı pekiştirdiğimiz ve olandaki hayrı ve güzelliği görmek için gönlümüzü açtığımız kadar hoşnut oluruz hayatımızdan. Bu algı geliştiği zaman, asıl yapmamız gerekenleri, zanlarımıza, ön yargılarımıza, beklentilerimize göre şekillendirmeyi bırakırız. O zaman gerçekten dua etmeye başlarız. Ve bu dualarda istediğimiz şey, "at, yat, kat, karı/koca, para" değil, yolumuz için hayırlı olanların bizi bulması ve gönlümüzün bundan hoşnut olması olur. ”Benim istediğim gibi değil Rabbim senin istediğin gibi olsun!” demektir en güzel dua sözü.
O zaman, değiştirmemiz gerekenlere dair doğal bir farkındalık, seçimlerimize dair bir kendiliğindenlik, hayatımızda tatlı bir akışkanlık oluşur. Hem dönün bir bakın geçmişinize. Dürüst, yargısız, korkusuz bir biçimde baktığınızda göreceksiniz ki, zaten öyle olmuştur. Bu Dolunay geçmişimize "gören" gözlerle bakıp, geleceğimiz için hayırlı ve açık yollar dilemenin zamanıdır.
Junoastrology.com