Yazıyla olan ilişkiniz çok eskilere dayanıyor olsa da “Başkasını Seviyorum”, kitap anlamında ilk ürününüz. Nasıl ortaya çıktı bu kitap; neydi size bu kitabı yazmaya sevk eden?
Bir hikâye anlatma isteği beni bu romanı yazmaya itti. Elbette sadece hikâye anlatma isteği yetmiyor. İçimde biriktirdiğim arzuyu hayata geçirme kuvveti de buldum. İlk kitap çıkınca devamı da gelir duygusu da mı gizli içimde? Olabilir…
Kitabınızın adı, aynı zamanda kitabın ilk cümlesi olarak karşımıza çıkıyor. Roman kahramanı Yavuz’un “Başkasını seviyorum” repliğiyle başlıyor kitap. İhanete uğramak, çoğu kere kadınların kaderi olarak görülse de, erkeklerin başına da sıklıkla gelen bir durum. İlk aşkı Belgin de Yavuz’a ihanet ediyor. Erkeklerin ve kadınların ihanete bakış açısını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Oldukça karışık, kişiye has ve oldukçadan fazla bir biçimde de mayınlı bir alan ihanet. Hayatını hiç ihanet etmeden ve hiç ihanete uğramadan kapatan milyonlar vardır. Ama bir ihanet yüzünden ömrünü ruhsal sakatlıkla geçiren insanlar da vardır. Bu yüzden bir genelleme yapamam. Bir eğilim olarak yine de erkeklerin maceralara çok daha açık, kadınların ise daha dürüst olduğunu düşünüyorum.
“Başkasını Seviyorum” bir roman; yani bir kurmaca. Otobiyografik bir eser değil ancak karakterlerinizden hangisini kendinize en yakın hissediyorsunuz diye de sormadan edemiyor insan; hangi karakter biraz da Ömer Özgüner aslında?
Aslında dediğiniz gibi karakterlerin hepsinde hem varım hem yokum. Ama tekil şahıs bir anlatım yaptığımdan olsa gerek herkes Yavuz’da beni arıyor. Yok demem yalan olur. Özellikle hissettikleri açısından ben de Yavuz’a benzetiyorum kendimi.
1980 darbesi sonrası, iki arada bir derede kalmış bir kuşağın üyesi olan Yavuz Erden karakteri, kadın-erkek tüm okurların ilgisini çekecektir. Yavuz, “bardağı uzatır mısın” der gibi başkasını sevdiğini pat diye söyleyiveriyor. Gerçek hayatta bu kadar dürüst olunabiliyor mu sizce?
Evet, Yavuz’un çıkış noktası da bu; hayatının kalanını dürüstlük üzerine kurmak. İlk olarak da buna en yakınından; karsı Hande’den başlıyor. Elbette hayatın gerçeği ve edebiyatın kurgusunu göz önüne almak şart. Edebiyat bazen gerçek hayatta söyleyemediğimiz, yapamadığımız şeyleri gerçekleştirme olanağı açısından güzel ve Yavuz da bu hakkını kullandı.
Günümüzde pek çok şey gibi aşklar da çabuk tüketiliyor. Aşık olmak kolay, peki onu yaşatmak, devam ettirmek nasıl mümkün kılınır? Bu bağlamda Yavuz, gerçek bir aile kurmayı başarsaydı daha iyi bir Yavuz olur muydu acaba?
Aşkın çok çabuk tüketildiği doğru. Ama çok derin ve tükenmeyen aşklar da var. Ya da aşkın bugüne kadarki tarifleri içinde en fazla altı çizilen “sadakat” giderek kabuk değiştiriyor. Yavuz da gerçek bir aile kursa daha mutlu olabilirdi belki, ama o zaman Yavuz olmazdı. Herkes için geçerli bu aslında. Hepimiz aşk hikâyesine hiç bitmesin diye başlayıp ummadığımız sürprizlerle kapatıyoruz o defteri. Ve aşkın hâlâ sanatın vazgeçilmezi oluşu da bundan olsa gerek.
Romanda sadece bir aşk ilişkisi anlatılmıyor; cinselliğin keşfi, ihanet, ayrılık, acı çekmek, gitmekle kalmak arasındaki belirsizlikle birlikte pek çok yaşamsal ayrıntı ve hatta dönemsel tanıklıklar da yer alıyor. Bu ayrıntılardan bahseder misiniz biraz?
Sadece aşk hikâyesi anlatmak istemedim zaten, sorunuz çok yerinde. Anlattığım hikâyenin geçtiği toplumsal resim, o resimde yer alan insan modelleri, duygular ve düşünceler benim için ana hikâye kadar önemli. Markaların hayatımızda edindiği yer, şekil değiştiren işler ve iş ilişkileri, arkadaşlıklar ile mekânlar da bu romana sindiler. Ve bence önemliydiler…
Siz kimleri okuyorsunuz; okuma-yazma yolculuğunuzda size yön veren, örnek aldığınız yazarlar kimler?
Orhan Pamuk, Murathan Mungan, Elif Şafak, Charles Bukowski, Thomas Mann, Virginia Woolf ilk aklıma gelenler. Ama günümüz Türk edebiyatını eskiye oranla daha yoğun izliyorum. Esmahan Aykol, Ahmet Tulgar, Ayfer Tunç, Yekta Kopan, Tuna Kiremitçi, Murat Menteş ve Hakan Günday da yine ilk aklıma gelen zamanın yazarları.
Elif Şahin Hamidi, Remzi Kitap Gazetesi