Doğan Kitap'tan çıkan son romanı "Son 11" ile takibimize giren yazar Ferhat Uludere ile son romanı üzerinden edebiyata dair bir sohbet gerçekleştirdik.
2/7
Sayıklamalar | Öykü | Ferhat Uludere
Onu ilk olarak 2002 yılında “Sayıklamalar” adlı öykü kitabı ile tanıdık. Hemen ardından “İslenmiş Aşka Mektuplar” geldi. Ferhat Uludere’nin yazın dünyasına kattığı bu öykü kitapları, daha sonra çıkacak romanlarındaki karakterlere bir giriş niteliği taşıyordu. İslenmiş Aşka Mektuplar’da arka planda çalan Nick Cave şarkılarının karanlığını gerçek hayatta yaşayan insanların hikayeleri yer alıyor; aşk ve ölüm tüm yoğunluklarıyla ve iç içe yaşanıyordu. Sonbaharda Sarhoş Bir Kasaba ve 1001 Fıçı Bira romanlarında Uludere’nin bu karakterlerine iyice yakınlaşma fırsatı bulduk. Bu romanlar Ferhat Uludere’nin yazar kimliğinin altını bir daha silinmemecesine çizdi. Ünlü yazar ve çevirmen Sevin Okyay’ın Ferhat Uludere üzerine yazdığı bir köşe yazısındaki tabiri ile anlatmamız gerekirse, boynuz kulağı geçmişti çünkü.
Ferhat Uludere, son olarak “Son 11” romanı ile karşımıza çıkıyor. Doğan Kitap etiketi ile raflarda yerini alan “Son 11”de yazar sadece bir futbol takımını değil, Tazı Vedat’ın buruk sevdasını, Sezgin’in yalnızlığını, sarhoş ölmek isteyenlerin rüyalarıyla birlikte tipik bir Trakya kasabasını anlatıyor.
Tüm umutlarını kaybetmiş bir futbol takımı, soyunma odasında son kez bir araya gelir. Büyük beklentiler, yıkılan hayaller ve bir kadehin dibinde son bulan yaşamlar uğursuz bir sis misali takımın oyuncularının etrafını sarmıştır. Teknik Direktör Puşkaş Sami bir yandan oyuncularını sahaya çıkarmak için cesaretlendirmeye çalışırken bir yandan da bugüne kadar yaptıklarının hesabını vermeye zorlar kendini...
İşte biz de, yeni çıkan kitaplar arasında dikkatimizi çeken, merakla sayfalarını karıştırdığımız bu kitap sayesinde Ferhat Uludere ile görüşme fırsatı bulduk ve Pudra.com okuyucuları için bir özel röportaj yaptık. Lafı çok uzatmadan Ferhat Uludere ile röportajımıza geçiyoruz.
Ama önce Albert Camus'nun şu sözlünü anımsayalım...
"Hayatta ne öğrendiysem futboldan öğrendim; çünkü top hiçbir zaman beklediğim köşeden gelmedi" - Albert Camus
Son 11’de bir kasabanın aşklarını, acılarını, değişimini, neredeyse 30 yıllık geçmişini bir futbol takımı üzerinden anlatıyorsunuz. Aslında kitapta futbol sahnesinin yer aldığı zaman neredeyse on dakika. Hikayenizi neden bir futbol takımı üzerinden kurmayı seçtiniz?
Aslında ben bir hayatı, o hayatın içinde insanların acılarını, aşklarını ve hüznünü anlatmak istiyordum. Tüm bunları anlatmam için bir pencereye ihtiyacım vardı ve bu pencereyi de bir futbol takımının soyunma odasına kurdum. Tüm hayata oradan bakmak istedim. Bunu yapmak istememin birtakım nedenleri var elbette. Futbolla ilgilenen, ama taraftar düzeyinde futbolla ilgilenenler çok iyi bilirler. Hangi takımı tutarsanız tutun, stadyuma ilk girdiğiniz anda karşınıza yeşil sahanın küçücük görüntüsü bile insanın içini kıpır kıpır yapmaya yeter. Uzun bir deniz yolculuğunun sonrasında karayı görmenin heyecanın gibidir bu. Hayata bu heyecanın olduğu yerden bakmak istedim ve kasabanın 30 belki de 40 yılını bir araya getiren bir unsur olarak kullandım futbolu.
Zaman olarak doksanları anlatmayı seçmişsiniz. Doksanlardan günümüze ilişkilerimizdeki değişimi nasıl yorumlarsınız?
Kitapta hakim zaman olarak 90’lı yıllar var. Ama hikaye belirli bölümlerinde 70’lere, 80’lere hatta bazen de 2000’li yılların başına kadar uzanıyor. Tüm bu zamanlar kendilerine göre ilişki biçimleri yarattı ve her zaman ya da dönem kendi ilişki kültürünü yaratacak. 2018 yılından doksanlara bakıp her şeyin o zaman daha güzel olduğunu söyleyebiliriz ama bu haksızlık olur. Her ilişki kendi çağında güzeldir ve bir sonraki döneme enkazını bırakır.
Doksanlı yılların ilişki dinamikleri günümüzden farklıydı. Şimdiki kadar iletişimin yoğun yaşanmadığı bir dönemdi en azından. Ve sırf bu yüzden tamama ermeyen bir aşk hikayesi çıkıyor karşımıza kitapta. O dönemi yaşayan herkesin bu tip hikayeleri mevcuttur. Hatta bu yüzden biten, insanları hüzne boğan hikayeler dinledik. O hikayelere bugünün mantığıyla anlamaya çalışırsak saçma gelebilir ama ben Kadıköy Haldun Taner Sahnesi’nin önüne geldikleri halde buluşamayan insanlar biliyorum. Çünkü biri ön diğeri arka tarafta bekliyor… Bu buluşamama hali elbette şimdi için kabul edilemez.
Neticede her ilişki kendi döneminde güzel...
Romanınızdaki kadın karakterler çok görünmeseler de erkek karakterlerin dünyasında önemli izler bırakıyorlar. Bir erkeğin dünyasında kadının rolü ne olmalıdır sizce?
“Sayıklamalar” ve “İslenmiş Aşka Mektuplar” adlı kitaplarımdaki bazı hikayeler dışında kadınları anlatan biri olmadım. Hatta çok da anlatmadım. Ben daha ziyade erkeklerin dünyasından kadını anlatmaya odaklandım. “Sonbaharda Sarhoş Bir Kasaba”daki Feymece her halde yarattığım en belirgin kadın karakterdir.
Erkeklerin kadına bakışı, onunla birlikte yaşadıkları hayat ve kadının erkeğin varlığına olan etkileri romanlarımda sık sık yer aldı. Buradan bakarsak yazdıklarımda kadını erkeğin yaşam motivasyonu olarak kullandım. Bazen mutluluğun sebebiydi kadınlar, bazen özlemlerin, bazen sarhoşluğun, bazen yoksulluğun, bazen ölümlerin, bazen de mağlubiyetlerin… Bir erkeğin başına ne geliyorsa muhakkak hepsinde kadının payı vardı.
Önceki romanlarınızdaki kadın karakterler ile son 11'deki "iz bırakan kadın karakterler" arasında nasıl bir ilişki var?
“Sayıklamalar” ve “İslenmiş Aşka Mektuplar”da kurguladığım kadınlar çok güçlü kadınlardı. Erkekleri baştan çıkaran ve onların ölümlerine sebep olan karakterler. Erkeklerin vaz geçemediği kadınlar. Kimliklerini, cinselliklerini ve varlıklarını kabul ettirmiş kentli kadınlar diye özetliyeyim.
"1001 Fıçı Bira"da ise bencil ve bir o kadar da sevgisiz bir kadın karakter yaratmıştım. Feryat’ın sadece hayatını alt üst etmekle kalmayıp onu arzuları için kullanıyordu.
"Sonbaharda Sarhoş Bir Kasaba" da ise farklı iki kadın karakter dikkat çekiyordu. Hazan ve Feymece... Feymece güzelliğini sırtında çarmıh gibi taşıyan ve bu güzellik yüzünden lanetlenmiş bir kadın. Gittiği yere ölüm götürüyordu. Gerçek üstü bir karakterdi. Hazan ise doğduğu sahil kasabasında eski sevgilisini bulan ama arayış içinde bir kadındı.
"Son 11"e baktığımızda tüm bunlardan parçalar bulabilirsiniz. Ayla ve Efsun… İki kadın. Anne ve kız... Biri bir adamın ötekisi ise bir kasabanın hayalleri ile oynuyor, ama bunu bilmeden yapıyorlar.
Romanlarınızda erkeklerin gözünden aşkı anlatırken, o aşka mahir olan kadın, hangi özellikleri ile romanda kendine yer buluyor? Sizce kadın, hangi özellikleri ile romanlarınıza heyecan katıyor?
Kadını başlı başına bir heyecan unsuru olarak kullanıyorum romanlarımda. Erkek dünyasının içinde o dünyaya müdahale eden, o dünyanın kurallarını bozan, hatta kuralları çoğu zaman kendi istediği biçimde düzenleyen kadınlar yarattım hep. Ve hep güçlü kadınlardı bunlar. Bazıları kentli, bazıları ise taşralıydı, ama hepsi kendi başlarında ayakta duran ve kendi varlıklarını o dünyaya kabul ettirmişlerdi. Kesinlikle edilgen değillerdi. Hikayelerimin çocuğun bir yerden bir yere hep onlar götürdü.
Son olarak, Pudra.com okuyucuları için sizi en çok etkileyen kadın yazarlardan bahsedebilir misiniz?
Virginia Woolf, Marguerite Duras, Tezer Özlü, Sevgi Soysal, Karen Blixen, Sylvia Plath, Sevin Okyay, Susan Sontag ve Simone de Beauvoir ilk aklıma gelenler…
Romanlarınızı yazarken size katkıda bulunduğu ve romanlarınızın gidişatını etkilediğini düşündüğünüz kitaplar/yazarlar var mı?
Pek çok yazar ve kitap yazarken bana yol gösterici olmuştur. Don Quijote bunların başında yer alır ve “Don Quijote’nin Üçüncü Cildi” ismini taşıyan bir roman yazmışlığım bile vardır. Bunların yanı sıra Ivo Andriç’in Drina Köprüsü romanından çok şey öğrendim. Gazap Üzümleri ve Karamazov Kardeşleri de unutmamak gerekir.
Ferhat Uludere'ye bu güzel sohbet için teşekkür ediyor ve okurların gözünde her zaman ilk 11'de olmasını dileyerek sözlerimize son veriyoruz.
Son 11 | Ferhat Uludere | Doğan Kitap | 2018 | Sayfa sayısı: 192 | Satış Fiyatı 23,00TL | İdefix'te yüzde 30 indirimle 16,10TL | Kitabı online olarak almak için BU LİNKE tıklayabilirsiniz.
Yazarın diğer kitapları için galerimize göz atabilirsiniz.