Müziğin Tanrısal bir gücü varsa eğer, bu tam karşımda tüm çizgileriyle duran Leonard Cohen'di.
İnsanın kendisine verebileceği en güzel doğum günü hediyesini verdim kendime. 40 yaş üstü'lerin arasında 27 yaşıma özel bir Leonard Cohen konseri!
Gideceğime ihtimal bile vermiyordum oysa. Elimdeki tek kişilik bilete inanamayan gözlerle baktım birkaç kere. Sonra konser alanına doğru giden o yokuşu büyük bir kalabalıkla çıkarken buldum kendimi.
Girişte, İsrail'de de konser verecek olan Cohen'i proteto etmek için ellerinde 'Cohen, İsrail'de çalma' yazılı kağıtları gelenlere dağıtmaya yeltenen birkaç kişilik genç grup vardı. Kağıtları alan var mı, kimler alıyor diye şöyle bir etrafı kurcalamaya çabalarken, gençlerin sesi daha yükseklerden çıktı. Önümde yavaş yavaş ilerleyen ortayaş kalabalığının protesto niyetinde olmayacağını tahmin etmek hiç de zor değildi. Pek çokları gibi onlar da buraya sadece 74 yaşında olup da hâlâ insanın içini titretme gücüne sahip adamın sesini dinlemek için gelmişti.
5 bin kişinin tıklım tıklım doldurduğu konser alanında yerimi aldığımda, Cohen'i izlemeye tek başıma geldiğimi hissettim o an. Sanki baştan bunu bilmiyormuş da bu yalnızlığı yeni öğrenmiş gibi buruk bir şaşkınlık yaşadım önce ama sonra bunun kendi kendine verilmiş bir doğum günü hediyesi olduğunu düşünüp bu yalnızlıktan gururla karışık bir keyif aldım. Tek başına Cohen konserine gelmek, hadi canım sende derlerdi adama...
PARMAK UCUNDA DANS EDEN BİR DÜNYA YILDIZI
Ve saatler tam dokuzu gösterdiğinde hayatımın özel anlarında arka fonda bana eşlik eden o adam çıktı sahneye. Sonraları Madeleine Peyroux'tan da dinlemekten pek bir keyif aldığım ama olmazsa olmaz bir Cohen şarkısı 'Dance me to the End of Love' başladı. Bu şarkıyı geçtiğimiz ay ölen koreograf Pina Bausch'a armağan eden Roll dergisinin arka kapağını düşünerek dinlediğimi fark ettim nedense. Bir dansçının kayıp giden hayatının ardından söylenebilecek en içten şarkılardan biri diye düşündüm.
Cohen, daha şarkının en başında dizleri üzerine çökmüş, o hayali kadına aşkını anlatıyordu. Siyah fötr şapkası altında, cılız bedenini eğip söylediği anlarda, onun orada bu şarkıyı yalnızca bana söylediği hissine kapılmak istedim. İki yanıma baktım, sanki yalnız olduğumu yüzüme vurmak için hazırlanan bir şaka gibi, hem sağ hem de sol yanımdaki koltuklar boştu. Belki de en boş sırada ben oturuyordum, o anda. Üç sıra yanımda sarmaş dolaş bir çift, diğer tarafta iki koltuk ileride tek başına bir adam. Önümde bir 'dürbün tayfası'. Elden ele dolaşan dürbünü alıkoymayı düşünmeye başlamıştım ki, 'The Future' beni bu düşünceden sıyırdı.
Sahnede dev bir perde asılı. Perdenin üzerinde bir hayli kalabalık Cohen ekibinin arkasında zar zor seçebildiğim bir Müzik Tanrıçası. Müziğin Tanrı'sıysa hemen önümüzde, parmak uçlarında dans ediyor, öyle büyük bir ustalıkla yapıyor ki bunu, öyle esprili bir hali, tavrı var ki, mest ediyor. O, şapkasına dokunuşlar yaptıkça, yüzünü görmeye çabalıyor pek çokları da benim gibi. Uzaklar fazla izin vermese de, kısılan gözlerle biraz mümkün oluyor Cohen'i görmek. Ardından 'Aint No Cure For Love' ve konuşur Cohen. "Burada olmak ve size şarkı söylemek benim için onur verici. Bu güzel akşam ve sıcaklığınız için teşekkür ediyorum, dostlar" diyor.
MİTOLOJİK BİR COHEN KONSERİ
Ozan, 'Who by Fire' şarkısını söylerken, ekibinin tüm hünerleri de bir bir ortalığa saçılıyor. Sahnenin sağ tarafında, kadife koltuk üzerinde oturan gitarist, gitarını bir udi edasıyla konuşturuyor, solosunu atıyor, zeytin ağaçları arasında Akdeniz, yüzüme hafif hafif çarpıyor. Seyirciden gümbür gümbür akan bir alkış... Üç vokalistten biri eline arpı alıyor, atmosfer mitolojik bir ortama bürünüyor. Leonard Cohen, 15 dakikalık araya girmeden ekibi seyirciye sunuyor. Hiçbir müzisyen, bu konuda onun kadar başarılı olamaz herhalde. Müzik devam ediyor, Cohen, basçısından davulcusuna bu birbirinden usta müzisyeni tanıtırken, kendine has üslubuyla, şarkı söylüyormuşcasına onlardan bahsediyor. Ve herbirinin önünde şapkasını çıkarıp uzun uzun eğiliyor.
15 dakikalık aranın yalnızlığıma katkısını anlatmak yerine sahnede büyüyen, adeta Tanrısal bir gücü elinde bulunduran bu adamın nasıl da hoplayıp zıpladığına değineceğim. Sahneye girişler ve çıkışlar, Cohen'ce bir laylaylom havasında. Zıp zıp zıplıyor sahneden ayrılırken, sonra zıp zıp geri dönüyor. Dolunay bile gülüyor, bu adama!
SEYİRCİNİN GAZA GELDİĞİ ŞARKILAR
Konserde daha çok dürbünlere, sevgilisine ve fotoğraf makinesine sarılan seyirci, 'Hallellujah' şarkısında silkiniyor. Ben de henüz 31'inde ölen (intihar eden) bir adama saygı duruşuna geçiyorum. Şarkıyı kim ne derse desin Cohen'den bile iyi söyleyen Jeff Buckley için doluyor gözlerim, "Your faith was strong but you needed proof, you saw her bathing on the roof".
Cohen'in birazdan mutlaka söyleyeceği tahmin edilen şarkı 'I'm your Man' daha ilk tınılarıyla, coşkulu alkışlara koşuyor. Havada yoğun bir aşk kokusu ve Cohen'in kimlikli sesinde gizem ve seksilik had safhada! Şarkının bitiminde gazını alamayan seyirci, Cohen'e izin vermiyor son sözlerde ve salon şarkıyı bitiriyor. 'I'm Your Man'.
Gülümsüyor, 'Benim Adamım'!
"SENİ BIRAKMAYA ÇALIŞIYORUM"
Gecede Cohen, tam dört defa bis yaparken, çıkışta yaşanabilecek herhangi bir curcunaya kurban gitmemek için yerimden kalkıyorum. Bu defa 'Whither Thou Goest' şarkısı ve Cohen, yine sıkılmadan, yine aynı sabır ve saygıyla ekibi seyirciye tanıtıyor. Ve 'laylaylom' zıplaya zıplaya gidiyor.
Yok, yok gitmiyor...
Bırakmıyoruz Cohen'i. Sanki en çok sevdiğini sona saklamış gibi geri dönüyor, mavi ışıklar altında 'Famous Blue Raincoat' patlatıyor. Hüzün de dizboyu. Konser boyunca beklediğim tek parça, biste yankı buluyor. Tam karşımda şimdi. Uzakları çoktan bırakıp aşağılara kayarken erken ayrılan bir seyircinin bıraktığı boş koltuğa kendimi atıyorum. Cohen söylüyor, "It's four in the morning, the end of december".
Ağustos ayında Aralık hüznü yaşamak, yapma bunu bana Cohen!
Üç saat süren konser sonunda saatime bakıyorum, 23:56. Konser bitmeden önce şarkısıyla "Seni bırakmaya çalışıyorum" diyor usta, seyirciyi kast ederek. Gülüşmeler, Cohen'e laf atmalar...
Ve bırakıp gidiyor sonunda. Perende atan vokalistleri, sahneyi inleten mızıka performansı, gitar soloları, alçakgönüllü bir adamın ekibine karşı duyduğu saygısı ve fötr şapkası altında 74'lük bir ihtiyarın gencecik ruhu konsere damgasını vuruyor.
***
Tek kişilik bir biletmiş, varsın olsun, 40 yaşında da kendime bir Leonard Cohen konseri hediye etmek istiyorum ben. Hem de en ön sıradan!
Nilüfer Türkoğlu, Gazeteport
Fotoğraflar: Niülfer Türkoğlu