Başrollerini Hugh Grant, Sarah Jessica Parker, Sam Elliott, Mary Steenburgen, Elisabeth Moss, Michael Kelly ve Wilford Brimley’nin üstlendiği film, 22 Ocak 2010 tarihinde vizyonda!
Film ve oyuncular hakkında…
Hikayenin babası Marc Lawrence, romantik komedi yazıp yönetmeye yabancı bir sinemacı değil. “Music and Lyrics” ve “Two Weeks Notice” filmleri de onun imzasını taşıyor. Zaten “Did You Hear About the Morgans/Morganlar Nerede?”ye ilişkin fikirler geliştirmesi de bu filmler sırasında olmuş. Öte yandan, bu yeni filmle romantik komedi türü içinde sınırlarını genişleterek yeni bir zemine, yani evliliğe adım atmış.
“Bir film yapımının en zor iki işi doğru senaryo ve doğru oyuncu seçimidir” diyen Marc Lawrence, bu düşünce doğrultusunda ilk olarak Hugh Grant’e yöneldi. Aktör daha önce yazar-yönetmenin “Music and Lyrics” ve “Two Weeks Notice” adlı yapıtlarında da rol almıştı. “Elbette filmi Hugh için yazdım” diyor Lawrence ve ekliyor: “O kadar sık birlikte çalıştık ki, bu düşünceyi ona açmam çok doğaldı. Kendisi de bu fikri beğendi. Ama resmi bir anlaşma yapmadık. Ben senaryoyu yazarım ve beğenirse oynar. Beğenmezse de beğenmez”.
Grant ise bu konuda şunları söylüyor: “Bence Marc gerçek bir komedi dehası ve ileriki yıllarda ona bu gözle bakılacak. Bunun şu ana kadar yazdığı en iyi senaryo olduğunu düşünüyorum. O yüzden de teklife karşı koyamadım. Pek çok romantik komedi filmi var ama bunların pek azı gerçekten komik. Marc hakikaten çok komik replikler yazıyor”.
Grant’in Paul rolünü üstlenmesi kadar önemli bir diğer nokta da Meryl’ı canlandıracak harika bir aktris bulmaktı. Grant, Meryl’ın karakterini “dört dörtlük” olarak niteliyor ve, “Meryl daha önce Marc’ın yazdığı kadın karakterlerin bir uzantısı. Bu kadın karakterler çoğunlukla New Yorklu, çok başarılı, nevrotik, zeki, eğlenceli ve komik kadınlar. Bence onlar bir bakıma Marc’ın fantezi kadınları. Onlara aşık olmak hiç zor değil, hele hele Paul için” diyor.
Sarah Jessica Parker’dan başka kim hem kamera önünde hem arkasında bu şık Manhattanlı arketipi hayata geçirebilirdi? “New York’la o kadar özdeşleşmiş, o kadar enerjik ve sosyal bir insan ki Wyoming’de kendini gerçekten çok yabancı hissediyor” diyor Lawrence ve ekliyor: “S.J.’in, ben ona böyle hitap ediyorum, kesinlikle mükemmel kişi olacağı kafamda gitgide daha netleşti”.
Parker için filmin elbette birçok artısı da vardı. “Her şeyden önemlisi, pek çok kişi özellikle de pek çok kadın gibi, ben de uzun zamandır Hugh Grant’le bir komedi filmi yapmayı hayal etmiştim” diyor Parker. Filmin tamamlanmasının ardından Parker ile Grant’in çok iyi bir ikili oluşturduğu ortaya çıktı. İki oyuncu uzun zaman önce bir filmde birlikte oynamışlardı (“Extreme Measures”, 1996) ama bunu çok az hatırlıyorlardı.
Setteki hayvanlar hakkında komik yorumlar…
Paul ile Meryl’ın western macerasındaki belki de en korkulu olay, tabi onları ortadan kaldırmak isteyen kiralık katili saymayacak olursak, Paul’un Clay ile Emma’nın kulübesinin dışında ayıyla karşılaşması olmuş! Doğal olarak, bu sahne için yapım ekibinin bir ayı bulması gerekiyormuş ve yapımcılar en iyisini bulmuşlar: “Dr. Dolittle 2”, “Without a Paddle” ve “Into the Wild”da da rol almış olan Ayı Bart. Grant o sahneyi şöyle aktarıyor: “Ayı sahnesi korkunç bir deneyim olarak başladı. Size bu ayının insan gibi yetiştirildiğini ne kadar söylerlerse söylesinler ki hakikaten öyleydi, karavanından çıkıp ayağa kalktığında ulaştığı 2 metre boyundaki hâlini görünce, hele hele gözlerinin içine bakmamanız söylenince, haliyle dehşete düşüyorsunuz”. Grant ayıyla çalıştığı günün sonunda korkusunun azaldığını itiraf ediyor: “Onunla seve seve oturup öğlen yemeği yiyebilecek duruma geldim. Gerçekten de günün sonunda sanki mayışmış bir kediydi”.
Grant’e göre ayı adeta bir diva gibiydi. “Yıkanıp taranmadan karavanından çıkmıyordu. Sonra çıkıp da doğru noktayı her tutturduğunda ona sekiz kutu buzlu çay veriliyordu; sadece çay da değil, yanında da koca bir sos tenceresi dolusu çırpılmış krema” diyen Grant, şöyle devam ediyor: “Her şeyi doğru yaparsa da, herkesin alkışlayıp, ‘Evet, işte bu! Aferin sana, ayı!’ demesi gerekiyordu. Bart alkışa bayılıyordu”. Lawrence ise, “Onuncu kayda geçtiğimizde, herkes yanından geçerken ayıya merhaba diyordu. O ise istifini bozmadan buzlu çayını içiyordu. Buzlu çayı çok seviyor. Günün sonuna gelindiğinde, eğitmenler hepimizin ayıya bu kadar yakın olmasından biraz kaygı duyuyorlardı” diyor.
Parker için de benzer bir ilginç hayvan deneyimi söz konusuydu: Setteki inekle zaman zaman şiddet dolu anlar yaşadı. Clay’in Meryl’a süt sağmayı öğrettiği bir sahnede, “inek beni tepti, ama onu suçlamıyorum” diyen Parker, şöyle devam ediyor: “Demek istediğim o ki, eğer inek konuşabiliyor olsaydı, eminim ki altı saat üst üste sağılmak istemediğini söylerdi. Oldukça komik anlardı. Sam Elliott geri gidiyor, ben ise bağırarak kaçıyordum”.