Napoli’ye uçuş 1 saat 45 dakika. Napoli Capodichino Havaalanı'na uçağın tekerleği dokunduğunda İstanbul’dan Napoli ve Van’a uçuş sürelerinin aynı olduğunu hatırladım. Napoli kenti, Roma’nın güneybatısında bulunuyor. İtalya’nın en büyük kentlerinden olan Napoli, Roma’nın güneybatısındaki Campania Bölgesi'nin de başkenti. Akdeniz’in aynen Ege gibi bir girintisine verilen Tiren Denizi kıyısında bulunan Napoli'nin adı Yunanca "Nea Polis"ten geliyor. "Nea" sözcüğü, Farsça’daki "nev", İngilizce’deki "new" ile aynı kökenden geliyor ve "yeni" anlamını taşıyor. Yunanistan’da "Nea" ön takısı taşıyan pek çok kent bulunuyor ve işin ilginç tarafı bunların hemen hepsinin mübadele sırasında Anadolu’dan giden göçmenlerce kurulmuş olması. Mudanya’dan gidenler "Nea Mudanya"yı, Foça’dan gidenler "Nea Foça"yı, İzmir’den yani o zamanki adıyla Smyrna’dan gidenler ise "Nea Smyrna"yı kuruyorlar. Roma döneminde başkent olduktan sonra İstanbul da uzun zaman "Nea Roma" diye adlandırılıyor. "Polis" sözcüğü ise bizim polisleri değil, "kent"i ifade ediyor. Aslında günümüzde güvenliği sağlayan polislerin yalnızca kentlerde olduğu düşünülürse bu örgütün adı da Yunanca "polis"ten geliyor. "Polis" son takısı bugün dilimizde adları "–bolu" ile biten pek çok kentin eski adından dönüştürülmüş. Yine daldık etimolojinin derin ve biraz da tehlikeli sularına.
Öğleden sonra uçaktan indiğimizde, Napoli sıcak bir öğleden sonra yaşıyordu ve şehir tabii ki uyuyordu. Malum 12:30'dan 17:00'a kadar siesta yapıyorlar, 17:00 itibariyla bir görünüp 20:00'da tamamen ortadan yok oluyorlar. Tabii kuzeyde yaşayanlar soğuk iklimde siesta yapmanın biraz utancıyla 15:30 gibi iş başı yapıyorlar ama Napoli ve daha güneydekilerin pek öyle vicdan yaptıkları yok.
Napoli Cenova’dan sonra İtalya’nın ikinci önemli liman kenti. Liman yalnızca ticari değil, aynı zamanda turistik açıdan da önemli. Napoli kentinin güzelliği ve çekiciliğinden çok, kentin yakınında bulunan Pompei ve Herculaneum antik kentleri sebebiyle turistik olarak dikkat çekiyor. Napoli Akdeniz kıyısındaki konumunu oldukça iyi değerlendirmiş durumda, kent uzun kordon boyu ile denizle iç içe yaşıyor. Kentin kalbi, limana paralel bir cadde olan, bizim İstiklal Caddesi'nin benzeri Via Toledo adlı caddede atıyor. Dümdüz uzanan uzun caddeyi dik kesen sokaklar ise aynı Tarlabaşı'nı andırıyor. Benzerlik sadece cadddenin boyutları, binaların biçimi bakımından değil, insan manzarasında da görülüyor. Ana caddede bizde olduğu gibi gezinen, farklı giyim tarzlarında insanlar var. Ara sokaklardaysa tıpkı Beyoğlu’nda gördüğümüz insan manzaraları karşımızda. Aslında bu anlamda Napoli yalnızca Akdeniz'i değil, biraz Ortadoğu’yu da hatırlatıyor. Yoksa aslında burada mı başlıyor Ortadoğu? "Akdenizli" olarak adlandırdıklarımız, coğrafi olarak neresi olursa olsun biraz Ortadoğu’yu da mı içeriyor? Paradigmayı değiştirmek zorunda mı kalacağız?
Bütün bu düşüncelerle caddede yürürken o da ne? Yaya yolu olan caddede polis pek de küçük sayılmayacak bir bölümü çevirmiş, oraya girilmiyor, yanından geçiliyor. Çevrilmiş alanın içindeyse yukarıdan atılmış ya da düşmüş gibi taşlar ve yerde sağa sola dağılmış buket buket çiçekler var. "Ne oldu?" diye soruyorum İtalyanlara. "Geçen cumartesi öğleden sonra buradan bir genç bisikletiyle geçerken kafasına taş düştü ve oracıkta yaşamını yitirdi’" diyorlar, şaşırıyorum. Evet yalnızca Akdeniz değil, gerçekten de Ortadoğu burası. Zira yolda yürürken kafaya bir şey düşmesi bizim de ait olduğumuz bir coğrafyanın işi.
Napoli öyle pek alışveriş anlamında bizi kesecek cinsten değil. Ne var ki kültürel etkinlikler çok fazla.
Örneğin İtalya’nın en güzel tiyatrolarından San Carlo burada, kentin tam da göbeğinde bulunuyor. Bu tarihi yapı aynı zamanda Unesco dünya mirası listesinde bulunuyor. Napoli Arkeoloji Müzesi, tarihi yerleri gezmekten hoşlanmayanları bile sevdirecek nitelikte bir yer.Özellikle Vezüv yanardağının patlaması sonucu lavlar ve küller altında kalan Pompei le Herculaneum’dan getirilen mozaik ve duvar resimleri bizdekilere taş çıkaracak cinsten. |
Vezüv demişken; bu isim benim çocukluk anılarımın bir bölümünü oluşturuyor. Küçüklüğümde Üsküdar’da eski bir evde otururduk ve yuvarlak bir gaz sobamız vardı. Markası da Vezüv'dü. Büyüyünce Vezüv’ün gerçekte neyi ifade ettiğini öğrendim ve biz Türklerin isim bulma konusundaki yaratıcılıklarına şaşırmadan edemedim. Yanardağın adını sen kalk sobaya ver. Vezüv Napoli ve bölgesinin tarihinde son derece önemli rol oynamış, 1700 metre civarında yüksekliğe sahip bir dağ. M.S. 79 yılında bir patlamış, pir patlamış ve tüm bölgeyi lavlar, küller altında bırakmış. Hatta bu patlama, tabii o zamanlar bu tip doğal afetler farklı yorumlandığı için pagan yani çok tanrılı inanca sahip Roma imparatorlarının Hristiyanlara yaptıkları eziyetlere karşı tanrının bir cezası olarak da yorumlanmış, tanrının mütevazı Hristiyan yaşam tarzını desteklemek için zevk düşkünü Pompei halkı üzerine alev toplar yağdırdığı söylenir olmuş. Hristiyanlığın yayılması da bu olay sonrasında hızlanmış. Yani anlayacağınız etki yalnızca Pompei ve Herculaeum kentlerinin haritadan silinmesiyle sınırlı kalmayıp, bir dinin yayılmasını hızlandırmış.
Napoli’nin hemen yanı başında işte bu Pompei antik kenti var. Yıllarca yabancılara tercüman rehberlik yaptım, Efes harabelerini gezerken hep "Aaa Pompei gibi" dediklerini duyardım. Pompei gerçekten olağanüstü. Özellikle harika bir konumda kalmış yani 2000 yıllık harabelerin içine girip oturabilirsiniz. Tabii bunda kentin yüzlerce yıl lavlar altında kalması nedeniyle yağma edilememesinin rolü büyük. Biraz da İtalyanların sahiplenmesinin rolü var. Duyarlı davranmışlar ve taşları çalıp evlerinin yapımında kullanmamışlar. Yani Pompei’nin bizim Efes’e göre şansı İtalya’da bulunması ve İtalyan halkının gözetiminde olması. Öyle anlatılacak gibi bir yer değil Pompei. Bence yeryüzündeki her vatandaşın tarih dersi olarak görmesi, tabii bu arada kendi başına değil, konunun uzmanıyla gezmesi gereken bir yer.
Ateşin armağanı Pompei ve düşkün prenses Napoli’nin kısa hikayesi işte böyle. Bu yazıya başlarken aslında amacım Napoli’den sonra gittiğim çizmenin topuğunu yani İtalya'nın en ucundaki bölgeyi anlatmaktı ama satırlar yetmedi. Artık bir başka yazıya.
Napoli’nin hemen yanı başında işte bu Pompei antik kenti var. Yıllarca yabancılara tercüman rehberlik yaptım, Efes harabelerini gezerken hep "Aaa Pompei gibi" dediklerini duyardım. Pompei gerçekten olağanüstü. Özellikle harika bir konumda kalmış yani 2000 yıllık harabelerin içine girip oturabilirsiniz. Tabii bunda kentin yüzlerce yıl lavlar altında kalması nedeniyle yağma edilememesinin rolü büyük. Biraz da İtalyanların sahiplenmesinin rolü var. Duyarlı davranmışlar ve taşları çalıp evlerinin yapımında kullanmamışlar. Yani Pompei’nin bizim Efes’e göre şansı İtalya’da bulunması ve İtalyan halkının gözetiminde olması. Öyle anlatılacak gibi bir yer değil Pompei. Bence yeryüzündeki her vatandaşın tarih dersi olarak görmesi, tabii bu arada kendi başına değil, konunun uzmanıyla gezmesi gereken bir yer.
Ateşin armağanı Pompei ve düşkün prenses Napoli’nin kısa hikayesi işte böyle. Bu yazıya başlarken aslında amacım Napoli’den sonra gittiğim çizmenin topuğunu yani İtalya'nın en ucundaki bölgeyi anlatmaktı ama satırlar yetmedi. Artık bir başka yazıya.
Murat Yankı'nın diğer yazıları
• Ana tanrıça kenti: Metropolis
• Anadolu'nun güçlü kadını: Kibele
• Bir ekmek imparatorluğu: Hititler
• Ege'de zeytin kültürü
• Provence Bölgesi'nin güzel şehri: Orange
• Ana tanrıça kenti: Metropolis
• Anadolu'nun güçlü kadını: Kibele
• Bir ekmek imparatorluğu: Hititler
• Ege'de zeytin kültürü
• Provence Bölgesi'nin güzel şehri: Orange
EN ÇOK OKUNANLAR