Mesela Frig Ana Tanrıçası Kibele, Fransızca’da 'Cybele' yani Sibel olarak adlandırılır ve Türkçemizdeki Sibel adının da temelini oluşturur. Ana Tanrıça'nın Anadolu topraklarındaki yolculuğu aslında Friglerden 6 bin yıl önce Konya Çatalhöyük’te başlamıştır aslında. Bu arada makalemizde art arda gelen Ana Tanrıça ve Anadolu sözcüklerinin etimolojik olarak bir benzerliği olmadığını da belirtmeliyiz. Zira Anadolu sözcüğü Latince kökenli olup, Anatolia’dan gelir ve içinde bulundurduğu natal, natale (İtalyanca’da noel yani doğum anlamına gelir, haddi zatında Hazreti İsa’nın doğumuna işaret eder) ‘güneşin doğduğu, yükseldiği yer anlamına gelir. Hatta Levanten sözcüğü de buna benzer bir anlam içerir. O da İtalyanca ve Fransızca’daki Levant ve Levante yani yükselen, dolayısıyla güneşin yükseldiği yer anlamında olup, orada yani doğuda oturan Avrupalılara verilen isim anlamına gelir.
Konuyu dağıttık yine. Neyse Ana Tanrıça'ya dönecek olursak, Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde sergilenmekte olan Ana Tanrıça Heykeli, dünyanın en eski kentlerinden biri olan Anadolu’nun ortasında, Konya yakınlarındaki Çatalhöyük kazılarında 1960’ların başlarında bulunmuştur ve MÖ 7 binlerde yapıldığı tahmin edilir. Yani günümüzden 9 bin yıl öncesinde. Kazılarda bu heykellerden onlarcası bulunmuşken hiçbir erkek heykelinin ele geçmemiş olması işte bize ilk toplumların yapısı ve hiyerarşisi konusunda da bilgi verir. Şöyle ki, ilk tarım toplumları büyük olasılıkla kadın ve toprağı, her ikisi de doğurduğu ve ürettiği için kutsal saymış olmalılar. Nitekim bu kutsallık durumu çeşitli kültürlerde evrilerek Hititlerde Kubaba, Friglerde Kibele, Yunan ve Anadolu dünyasında Artemis, Roma’da Demeter ve Diana, Hıristiyanlıkta Hz. Meryem, Müslümanlıkta ise Hz. Emine’ye kadar ulaşır. Yani tek tanrılı semavi dinlerdeki güçlü anne figürü aslında çok eskilerden başlamaktadır.
Bu figürün içinde belki en önemlisi de Friglerin verdiği isimle Kibele’dir. Yani daha sonra Hristiyanlıkta "Tanrı Anasına" evrilecek olan Ana Tanrıça Anadoluludur. Orta Anadolu’nun batısında, Sakarya Irmağı yakınlarındaki Pessinus Kenti’ndeki tapınmadan hareketle tüm Akdeniz dünyasına yayılmıştır onun ünü.
MÖ 200’lerin sonlarına doğru, Roma İmparatorluğu büyük bir tehlikeyle karşı karşıyadır. Bu, daha sonra Roma’ya yenilip Bursa Kralı’na sığınacak ve öldürülerek Gebze’de gömülecek olan, kimi tarihçilerin tarihin en büyük üç komutanından biri olarak gördüğü Hannibal’dir. Tunus’taki Kartaca’nın komutanı Hannibal, Pön Savaşları adı verilen savaşlarda Roma’yı adeta titretmiştir. Hannibal onbinlerce yaya ve fillerden oluşan ordusuyla tüm Akdeniz’i geçer, Fransa’nın güneyine çıkar ve Alp Dağları'nı da aşarak Roma’nın burnunun dibine varır. Paniğe kapılan Romalılar ne yapacaklarını bilemezler. Zira sonuçta 500 yıldır var olan bir kentin beka sorunu ortaya çıkmıştır. Bu durumda tüm eski insanları yaptığı gibi kehanet merkezine giderler ve kahinlerden medet umarlar. Kâhinden gelen yanıt şaşırtıcıdır. Romalılara Anadolu’ya, Frigya bölgesine, ana tanrıça diyarına gitmelerini ve orada bulunan bir Kibele taşını alıp Roma’ya getirmelerini söyler. Söz konusu taş efsaneye göre gökten düşmüş bir taş olduğundan dolayı kutsal sayılmaktadır ve Pessinus halkı bu taşın karşısında Ana Tanrıça'ya ibadet etmektedirler. Çaresiz Romalılar soluğu Frigya’da alırlar. Bundan tam 70 yıl sonra tamamen hükmedecekleri Anadolu’ya bu kez kendilerini kurtarmaya gelmişlerdir. Neyse, Kibele taşını alır, Roma’ya götürürler ve daha sonrasında da Kartaca Ordusu’nu yenerler. Bu durum Kibele’nin adını Roma dünyasında duyuran bir olay olur ve böylece Ana Tanrıça kültü, aslında o dönemde bir erkek toplumu olan, erkek kültünü esas alan Yunan mitolojisi ve dini temellerinde yükselen Roma için bir yeniliktir. Belki de tamamı erkeklerden oluşan güçlü bir orduya sahip Roma ilk kez bir kadının yardımına gereksinim duymuş, onun sayesinde başındaki bu büyük belayı def etmiştir.
Ana tanrıça kültü bu olayın ardından Roma dünyasında da yayılmaya başlar ve Anadolu’nun bereket tanrıçası Artemis, Diana adıyla, her ne kadar biraz erkekleşerek avcı kılığına girse de Roma’ya ulaşır. Ana Tanrıça'nın görevi burada iki tanrıçaya dağıtılmıştır. İlki Diana’dır, ikincisi de Demeter. İlki ormanlarda gezerken ikincisi buğday başağı ile temsil edilen yerleşik bir kadındır. Dünyanın bereketini o sağlamaktadır. Başta ekmek olmak üzere tüm meyve sebze onunla bereketlenir. O zamana kadar buğday ve ekmekle anılmayan İtalyanların ekmekçi ulus haline gelmesi Demeter’le mi olmuştur bilinmez. Ancak örneğin Roma’da ilk ticari fırının – ki bu dünyadaki ilk ekmek fırınıdır - MÖ 171 yılında açıldığını düşünürsek, Ana Tanrıça kültünün gelişinden yalnızca 30 yıl sonra yaşanan bu duruma herhalde Anadolu’nun katkısı olmuştur.