Bu yazıda Osmanlı'nın son dönemine ve Cumhuriyet’in ilk yıllarına odaklanacağım. Zira Osmanlı’nın, klasik dönem olarak adlandırılan 16-18. yüzyıllar arasındaki zaman sürecinde, İstanbul meyhaneleri konusundaki bilgimiz başta Evliya Çelebi olmak üzere birkaç gezginin verdiği yüzeysel bilgilerle sınırlı kalıyor. Dahası söz konusu dönem, içki yasaklarının da kimi zaman oldukça sert biçimde uygulandığı bir zamana karşılık geliyor. Bu dönemde İslam dininin içki konusundaki emirleri sert bir biçimde uygulanmış. 1830'larda başlayıp sonra hızlanan süreçse bu katı yasakların biraz olsun gevşetildiği, hatta sonlarına doğru adeta zincirlerinden boşaldığı bir dönem oluyor.
Binlerce yıllık tarihsel süreçte dünyanın her yerinde içki mekanları denizlerin veya ırmakların kenarında gelişiyor. Bunun doğal nedeni taşıma kolaylığı olması. Kara ve demiryollarının gelişmediği dönemlerde içki, 14. yüzyıla kadar yoğun olarak pişmiş toprak testi, daha sonrasındaysa fıçılar içinde deniz yoluyla taşınıyor. İstanbul için de bu durum geçerli ve bu yüzden de çoğunlukla Marmara ve Ege adalarında üretilen içkiler deniz yoluyla taşınıp günümüzün Tophane ve Karaköy’ü olan Galata rıhtımına veya onun karşısında bulunan Eminönü iskelesine getiriliyor. Hal böyle olunca da liman çevresinde içki mekanlarının gelişmesi söz konusu oluyor. Bu mekanlar meyhane olarak bilinmekle birlikte onları günümüzde alışık olduğumuz, taramalı, lakerdalı ve şişede sunulan içkili yerler olarak düşünmemeli elbette. Buralar çoğunlukla içki deposu olarak kullanılan dükkanlar ve dükkanın bir bölümüne koyulmuş alçak oturaklardan oluşan yerler oluyor. Zaten bize eski dönem meyhanelerini gösteren çeşitli gravürlerde de bunun böyle olduğu görülüyor. Ayrıca yine o dönemde öyle erkek kadın birlikte meyhaneye gidiyor sanılmasın. Dini ne olursa olsun, yani gayrimüslimlerde de bu tip yerlere yalnızca erkekler gidiyor.
İşte Osmanlı’nın son döneminde de aynen durum bu. Meyhaneler Tophane ve Galata yani Karaköy’de toplanıyor. Galata meyhaneleri hakkında ilk yazanlardan biri olan Evliya Çelebi "Galata demek meyhane demektir" der. Gerçekten de onun zamanlarından başlayarak, günümüzün Karaköy’ünden Salıpazarı’na uzanan rıhtım meyhanelerle doludur. 19. yüzyılın sonlarında bu sayının artması ise 1880’lerde özel sektöre rakı üretme izninin verilmesiyle ilişkili olmuştur.
Meyhane esnafı genellikle Rum veya Ermeni asıllı gayrimüslim Osmanlı vatandaşlarından oluşuyor ve meyhanelerde servis yapan personel de çoğunlukla Sakız Adası’ndan gelen Rumlar oluyor. Bu bölgede bulunan ünlü meyhanelerden biri Reşed Ekrem Koçu’nun da sözünü ettiği Lavirentos’dur. Meyhanenin adı "karmaşık yer" anlamına gelen labirent sözcüğünden gelir. Galata’da bulunan bu meyhane Evliya Çelebi’nin yaşadığı 17. yüzyıldan 1943 yılına kadar varlığını sürdürmüş ender mekanlardan biri. Bu meyhanenin müdavimleri limana demir atan denizciler ve Galata’nın başı boş, hayta, kabadayı takımı olarak bilinir ve bu yüzden de burada kavga, dövüş hiç eksik olmaz denir. Meyhanenin sunduğu içkiler ise İtalya’da Ankona dışında Sakız Adası, Mudanya, Edremit ve Bozcaada’dan getirilmektedir. Reşad Ekrem Koçu "Meyhane Köçekleri" eserinde bu meyhanede köçek olarak çalışan Panayot isminde, güzelliğiyle herkesi büyüleyen bir gencin Despina adlı bir kadın kaptan tarafından kaçırıldığını da yazmaktadır.
Lavirentos ve Madam Bela
19. yüzyıla gelindiğinde Lavirentos adında bir meyhaneye daha rastlanır. Bu meyhane ise diğerinden farklı bir yerde Beyoğlu’nda, İngiliz Sefareti’nin karşısında bulunur ve 1868 yılından başlayarak Haralambos Samarcidis adında bir Rum tarafından işletilir. Galata bölgesinin, tam nerede olduğunu bilemediğimiz bir diğer mekansa Madam Bela’nın meyhanesidir. Adı üstünde, belanın eksik olmadığı bu yer, 19. yüzyılda bir batakhane yosması olan Madam Bela tarafından işletilmekte ve ayak takımının sürekli gittiği bir yer olarak tanınmaktadır. Müşterilerinin çoğunun genç gemiciler ile tulumbacılar olduğu söylenir. Madam Bela'nın Meyhanesi'nin İstanbul'da önemli bir yeri vardır. Bela'nın aslen nereli olduğu bilinmez. Macar olabilir ya da Lehistan veya Romen kırması... İkinci Abdülhamid döneminin bu meyhanesi, aynı zamanda otel hizmeti de verir. Madam Bela işletmeciliğe başladığında yaş olarak 40'ı yuvarlamıştır ama en fazla 25 göstermektedir. Diğer meyhanelerde olduğu gibi Madam Bela da otel ve meyhanesinde 16'lık Midillili ve Sakız’lı gençleri çalıştırır. Kiminin tadına bakar. Hatta "Kız İstavro" olarak tanınan Adalı bir polikaryayı temiz pak edip giydirip, eteğinin dibine aldığı söylenir. Petri ve fahişe arasında fır dönen bu meyhane gülü bir gün soluverir. Madam Bela İstavro'yu fahişenin evinde basıp, şişler. Bu cinayetin ardından Madam Bela’da yurtdışına kaçar ve meyhanesinin dönemi böylece biter.
Sermet Muhtar Alus "Onikiler" romanında onlarca gemicinin uğrak yeri olan, basında da yer alan bu meyhaneden söz eder: "Madam Bela'nın oteli tam bir bela yatağı idi. Madam Bela'da "Bela çiçeği" mübarek... Galata'nın en namlı, en bitirim batakhanesi... Gazinosunda da sayısı 5'ten aşağı düşmeyen Leh dilberleri arz-ı endam eder."
Yangında kül olup giden bu mekanın "cenabet"liği su götürmez. Mahzeninde çok sayıda iskelet bulunmasının başkaca izahı yoktur. Toy delikanlıların, yorgun ve sarhoş denizcilerin "derdest" edildiği bu meyhanede servisin ne biçim olduğunu böylece anlatmış olduk. O dönemin gazeteleri, Bela'nın otel ve meyhanesi için Galata'da Leblebici Sokağı'nı adres olarak gösterirler. 1930'ların şehir rehberlerinden bu sokağın adı "Leblebici Şaban" olarak geçer.
Bizans Birahanesi
1800 sonları ile 1900 başlarında, Galata'nın ünlü meyhanesi Bizans Birahanesi idi. II. Abdülhamid'in son dönemlerini görmüştür. Gündüz lokanta, gece birahane olan bu dükkanın sahibi bir Yunanlıdır. Ustadan çırağa tüm çalışanlar ise eli yüzü düzgün, edep ve terbiyeli Rum gençleri. Karaköy Palas'ın tam karşısında yer alan "Bizans"ın sahibi İstanbul'a yalınayak başı kabak bir miço olarak gelmişti. Kuledibi yosmalarından birine tutulmuştu. Ama yosma daha çok tutulmuş olmalı ki, bu miçoyu malen ve nakten hayli beslemiş. 40 yaşlarında meyhaneyi gören Reşat Ekrem Koçu meyhaneciden çok bankeri andıran Yunanlı'yı şöyle tarif eder: "Pos bıyıklı, iri yarı, pençeli bir adamdı. Çok az Türkçe bilir, parmağında elmas yüzük taşırdı. Yeleğinde altın köstek kasada otururdu. İçkiler: Viyana birası... Belgrad'ın Yogodina Birası ile daha sonraki dönemde Bomonti birası. Ücret: Küçük bardak bira 60 para... Dublesi 100 para... Ünlü malzemesi. Tava balık ve salata."
Galata işte böyle fırtınalı bir yer olur tarihte. Bizans döneminde de eğlence, içki ve sefih yaşamın merkezi olan Karaköy ve Tophane semtlerinde, özellikle de bugünkü Necatibey Caddesi üzerinde, sağlı sollu sıralanmış olan, 25-30 basamaklı merdivenlerden çıkılarak girilen meyhanelerin varlığından söz edilir. Bu tür eğlence yerleri Sultan Abdülaziz’in saltanat döneminde (1861-1876) yaygınlık kazanmaya başlamış, varlıklarını 1920’li yılların başlarına kadar sürdürmüşler, Cumhuriyet’in ilanıyla birlikte sayıca azalmaya başlamışlar ve 1930’larda artık tarih olmuşlardır.
Kaynakça:
Vefa Zat: Rakı Ansiklopedisi
Sabah Gazetesi Pazar eki 7 ocak 2002 (yazarı belli değil)