murat yanki
@Pudra özel haberidir, izinsiz kullanılamaz.

Mimarinin iki devi: Sinan ve Palladio

Aynı dönemde farklı coğrafyalarda yaşamış, Rönesans'ın iki büyük mimarı Palladio ve Mimar Sinan'ın, birbirlerine olan etkilerini ve mimariye katkılarını Murat Yankı Pudra.com'da yazdı.

Mimar Sinan Kapadokya sınırları içinde olan, günümüzde de bölgenin hemen yanı başındaki Kayseri'ye bağlı Ağırnas kasabasında dünyaya gelmiş. Yaşadığı dönemin kuralları gereği, tüm gayrimüslim aile çocukları gibi, Osmanlı tarafından devşirilmiş ve İstanbul’a götürülerek orada eğitilmiş, sultanın hizmetine girmiş. Bu arada Sinan, neredeyse 100 yıl süren yaşamı boyunca 4 sultan eskitmiş. Kanuni zamanında ise padişahın mimarı olmuş ve 1550’lerden başlayarak özellikle payitaht İstanbul’unda en güzel kent içi eserlerini vermiş.

Mimarinin iki devi: Sinan ve Palladio

Mimarisiyle ünlü kent: Vicenza başlıklı yazımda anlattığım gibi Andrea Palladio da 1508 yılında İtalya’da Padova kentinde doğmuş, bir taş ustası olarak gençliğini geçirmiş, Rönesans aristokrasinin mimari gereksinimlerine son derece iyi yanıt veren yetenekleri keşfedildiğinde ise, Sinan’la aynı dönemde, 1550’lerden başlayarak aristokrasinin mimarı olmuş.

Mimar Sinan yaşamı boyunca saltanat ailesine çalışmış, belli kalıplarla işe başlamış ama sonrasında kendini geliştirerek o kalıpların dışına çıkmış. Ancak bu kalıpları kırmayı yalnızca cami yapımıyla gerçekleştirebilmiş çünkü o dönem Osmanlı’sında öyle kişisel saraylar yapmak olası değilmiş. Zira bu sarayları kendisinden talep edecek aristokrasi o dönemde bulunmamaktaymış. Bu anlamda Palladio daha şanslıymış, çünkü o bir Rönesans mimarı olarak aydınlanma döneminde yaşamakla kalmıyor, güçlü bir merkezi otoritenin bulunmadığı İtalya’nın Veneto bölgesinde zengin tacirlerin talepleri üzerine değişik formları deniyor ve değişik tipte sivil mimari örnekleri meydana getiriyormuş. Biri serbest ortamda dilediğini yaparken diğeri kalıpların içinde o kalıpları kırıyormuş. Biri artık sivilken diğeri ise büyük ölçüde dinsel mimariye bağlı kalıyormuş.

Buraya kadar bu iki büyük Rönesans mimarının doğduğu, yaşadığı ve kendini sanatsal olarak ifade ettiği farklı koşullardan söz ettik. Ancak 1560’lardan sonra bu iki mimarın yolu kesişmeye başlamış. Birbirlerini büyük olasılıkla hiçbir zaman görmemişler. Sinan Palladio’ya “atla bir uçağa gel, sana İstanbul’u gezdireyim” diyememiş ama birbirlerinin etkilerini hissetmiş, birbirlerini inşa ettikleri anıtlarda tanımışlar.

2010 yılıydı, yılın büyük bölümünü geçirdiğim Kapadokya’dan İstanbul’a döner dönmez ayağımın tozuyla gazetede ilanını gördüğüm "Mimar Sinan İstanbul’da Palladio’yu ağırlıyor" adlı serginin son gününe yetiştim. O güne kadar, belki de bu satırları okuyan bazıları gibi Palladio benim için hiçbir şey ifade etmiyordu. Rönesans deyince varsa yoksa Leonardo da Vinci ve Michelangelo akla geliyordu. Büyük mimar Palladio ise belki de kendini beğenmiş zengin Toskana’dan gelmediği için pek önemsenmiyordu. Sergi mekanı Tophane’deki Tophane-I Amire binasıydı ve çok güzel organize edilmiş bu sergide Palladio’nun Vicenza ve Venedik’te inşa ettiği pek çok yapının maketleri yer alıyordu. Pek çok açıklama panosu İngilizce ve Türkçe olarak Palladio’nun yaşamını ve Sinan’la etkileşimini anlatıyordu.

Palladio ile Sinan birbirlerini nasıl etkilemişlerdi peki? Kim ve hangi olaylar buluşturmuştu bu aslında birbirini hiç görmeyen iki kişiyi? Burada birden fazla aktörden söz etmek gerekiyor. İlk aktör, 1567-1573 yılları arasında Venedik Dükalığı'nın İstanbul’da bailosu (elçi) olan Marcantonio Barbaro isimli Vicenza’nın ünlü ailelerinden birinden gelen bir diplomat. Normalde bir bailonun görev süresi üç yıl olmakla birlikte Barbaro herhalde başarılı bulunmuş olsa gerek; altı yıl yani iki dönem İstanbul’da kalabilmiş. Tabii bu uzun kalışı da onun pek çok insan tanımasını sağlamış. Bu süreçte Marcantonio Barbaro devrin sadrazamı Sokullu ile dost olmuş. Aynı dönemde Osmanlı tahtında çiçeği burnunda sultan 2. Selim bulunuyormuş. 2. Selim'in eşi Nurbanu Sultan da malum Venedikli, dolayısıyla Barbaro ile de oldukça yakın. Tabii bir de saray mimarı Sinan var ki, onun Venedik’le ilgisi yok ancak o, Sokullu’nun çok yakın arkadaşı, sultan Nurbanu’nun yani Cecilia Baffo’nun da hayran olduğu mimarmış.

Buraya kadar işin İstanbul ve Osmanlı bölümünü gördük. Buradan sonra ise İtalya tarafına bakalım. İtalya’da Rönesans döneminde sanatçılar ve mimarları topluma sokan, potansiyel müşterilerle tanıştıran soylu kişiler oluyormuş. Örneğin Palladio’yu ilk olarak keşfeden ve bir mimar olmasını sağlayan, filozof ve matematikçi Giangirgio Trissino adında bir kişi. Trissino’nun 1550’deki ölümünün ardından ise Palladio, daha sonra İstanbul’a elçi olacak Barbaro’nun koruyuculuğu altına girmiş. İstanbul’da görevde olduğu süre zarfında da Barbarro hâlâ Palladio’nun koruyucusuymuş. İşte büyük olasılıkla birbirini asla görmeden etkilemiş olan iki büyük mimarı, İtalyan Rönesans’ının mimarı Palladio ile Osmanlı Rönesans’ının büyük üstadı Sinan’ı da büyük olasılıkla her iki mimarın çizimlerini birbirlerine ileterek tanıştırmış. Çizimlerin Sinan’a ait olan bölümü hakkında fazla bilgimiz olmasa bile Palladio’nun “I Quattro Libri dell’Architettura” yani “Mimarlık Üzerine 4 kitap” adlı risalesinin varlığını bilmekteyiz ve Sinan büyük olasılıkla bu risaleden haberdar olmuş.

Peki, iki mimar arasındaki benzerlik hangi yapıtlara yansımış? Söz konusu sergiden aktarabileceğimiz kadarıyla örneğin İstanbul’da Tophane’deki Kılıç Ali Paşa Camii’nin yan duvarları ciddi bir şeklide Palladio mimarisiyle benzerlik gösteriyor. Tabii acaba bunda Kılıç Ali ya da Uluç Ali olarak bilinen Kaptan-ı Derya’nın aslen Ucchiali adında bir İtalyan olmasının etkisi var mıdır bilmiyoruz. Bunun dışında Üsküdar’da Mimar Sinan’ın Nurbanu Sultan adına inşa ettiği Atik Valide Camii, Lüleburgaz’daki Sokullu Külliyesi gibi yapılar Paladyen mimariyle çok benzeşiyorlar. İtalya’da ise örneğin Venedik’te San Marco Meydanı’nın tam karşısındaki adada Palladio tarafından inşa edilmiş Redentore Kilisesi bazı dış mimari detayları açısından Osmanlı mimarisiyle inanılmaz benzerlikler gösteriyor.

Sinan ve Palladio ilişkisi doğal olarak mimarlık dünyasının da ilgisini çekiyor ve Bilgi Üniversitesi Mimarlık bölümü 2013 yılının eylül ayında bu konuda bir uluslararası sempozyum düzenliyor, sempozyumda mimarlar bu benzerliğin temellerini teknik olarak tartışıyorlar. Birbirini sürekli kollamış, kız alıp vermiş, hatta varlığını birbirine borçlu olmuş, öyle ki birinin çöküşü diğerininkini de tetiklemiş iki uygarlık Osmanlı ve Venedik’in mimari benzerlikler göstermelerinden daha doğal ne olabilir ki? İstanbul için de Venedik’in Levant'ı, yani doğudaki ikizi denmiyor mu?


 
POPÜLER GALERİLER
gelinlik modelleri pudra
mac mbfwi pioneering designersi 10
lenzing ecovero mehtap elaidi mbfwi 01
korean beauty kore guzellik sirlari
new york fashion week 26
paris fashion week pudra 12
mac mbfwi pioneering designersi 10
oleg cassini collection 2117 2
EN YENİLER