murat yanki
@Pudra özel haberidir, izinsiz kullanılamaz.

Portekiz'in bilinmeyen yönleri

Portekizliler tarihte hep uzak diyarları keşfedip Batı uygarlığını onların kültürleriyle tanıştırmış. Murat Yankı, Potekiz'e dair bilinmeyenleri Pudra.com'a anlatıyor.

Japonlarla çalıştığım sıralarda onlara Türkiye coğrafyasından söz ederken hep Asya’nın iki ucunda yer alan ülkelerin Japonya ve Türkiye olduğunu, bu seyahati yapmış olmanın son derece anlamlı olduğunu, bu anlamda onların tüm Asya kıtasını kat ederek kıtanın bir ucundan diğer ucuna, yani bittiği yerden başladığı yere geldiklerini söyler dururdum. Portekiz’e gittiğimde de aynı şeyi düşündüm.

Portekiz'in bilinmeyen yönleri

Biz de Portekiz’le Avrupa’nın iki ucunda yer alıyoruz, dolayısıyla bu yolculuk Avrupa kıtasını baştan başa kat edip, onun bittiği yerden, başladığı yere varmak anlamına geliyordu. Hatta durumda bir benzerlik daha vardı: Şöyle ki, aynen ne Türkiye ne de Japonya’nın tam Asyalı olmadığı gibi ne Türkiye ne de Portekiz tam olarak Avrupalı idi.

Portekiz Avrupalı mı?

Türkiye’nin neden Avrupalı olmadığı malumunuz büyük sorunsalımız oluyor. Portekiz’e gelince, durum biraz farklı. Onlar coğrafi konumları gereği neredeyse şöyle Avrupa bir itelese ya da bir silkelense düşecek ve soluğu karşı kıyıda, en sadık dostları ve benzer beşeri yapısı gereği onları Avrupalılardan daha iyi anlayacak kadim ve sadık dostları, ekabir arkadaşları Brezilya'ya akacaklar. Aslında bunun için neredeyse bahane arıyorlar.

Neyse bu benzetme ve ayrıştırmalardan sonra sadede gelelim. Bu küçük ülke aslında bizim tükettiğimiz kimi önemli gıdalarla Batı uygarlığını tanıştırmış. Tabii yalnızca tanıştırmakla kalabilmiş, zira küçük bir ülke olduğundan, dolayısıyla azılı rakipleri İspanya ve İngiltere’nin sahip olduğu zenginliğe ve siyasi güce sahip olmadığından dolayı ta uzaklardan taşıyıp getirdiklerini onlara kaptırmış. Bunlardan biri çay olmuş örneğin.


Çay bitkisi ve yeşil çay Çin’den ilk kez Portekizli denizciler tarafından getirilmiş ve ilk olarak burada içilmiş. Hatta adına "ça" denilmiş. Tüm Avrupa da "te" olarak adlandırılan bu içecek, Çin ve Japonya'da "ça" olan adını yalnızca burada korumuş. Ça, yani çay, 16. yüzyılın sonlarında İngiltere sarayına gelin giden bir Portekizli prenses olan Bragança'lı Catherine tarafından İngiltere’ye tanıtılmış. Tabii ça’yı telaffuz edemeyen İngilizler işi "ti" ye bağlamışlar. Anlayacağınız Portekiz yalnızca hanımı değil, çayı da kaptırmış İngilizlere. Aslında bu durum bana bizimle ilgili bir şeyi de hatırlatıyor. Neyi mi? Kahveyi. Kahve o dönem Osmanlı toprağı olan Yemen'den Istanbul’a gelmiş, Avrupa kıtasının ilk kahvehaneleri İstanbul’da açılmış ama biz de onu Avrupa’ya fena kaptırmışız. Nasıl mı? Uzun hikaye. Kahvenin hikayesini de başka bir yazıda anlatırız.



Portekizliler özellikle Japon kültürüne ciddi etkilerde de bulunmuş. Örneğin Japon mutfağının temel taşlarından olan ve diğer Japon yemekleriyle karşılaştırıldığında "Allah Allah bu kadar sağlıklı yemek yiyen millet nasıl olmuş da tempurayı icat etmiş?" sorusunun yanıtı bu işteki bit yeniğinin, bu yemeğin Japonya’ya Portekizli Cizvit misyonerler tarafından tanıtılmış olması.

Cizvit papazlar Portekiz topraklarına, 1540’ların başında ayak basmışlar ve bu adaları hızla Hıristiyanlaştırma uğraşına girmişler. Sonuçları mı? Hiç sormayın. Uzun vadede Cizvitler burada hiçbir yerde görmedikleri işkenceleri görerek bir daha gelmemek üzere Japonya’dan sökülüp atılmışlar. Bu süreçte Japonya’ya tanıttıkları tempura, et yenmeyen oruç zamanlarında Hıristiyanlığı kabul eden binlerce Japon tarafından sonra da tüm Japon halkı tarafından benimsenmiş. Bu arada ekmek de yine Portekizliler tarafından Japonya’ya tanıtılmış. Hatta adı bile değişmemiş ve Avrupa dillerinde ekmeği ifade eden pan sözcüğü bu dilde de aynı anlama gelir olmuş.

Portekiz'le Osmanlı ilişkisi

Portekiz’in Osmanlı’yla çok da yakın ilişkisi olmamış. Portekiz gemileri, deyim yerindeyse arkadan dolanıp Hint Okyanusu’na açıldığında, bunu haber alan Osmanlı, nasıl olduğunu anlayana kadar atı alan Hindistan’ı geçmiş ve Osmanlı arkalarından bakakalmış. Okyanus elden çıkınca haliyle ona da Akdeniz’de oyalanmak düşmüş. O zamanlar Osmanlı en büyük güç olduğuna inandırılmış. Bir cihan devleti olduğuna... Ama ne yazık ki bu, yalnızca bir kandırmacaymış ve kendini en güçlü sandığı an aslında en zayıf anıymış.



Portekiz'in portakalları


Portekiz’le en önemli ilişkilerimizden biri portakal olmuş. Aslında bir uzak doğu meyvesi olan portakal bu ülkeden İstanbul’a taşınmış ve bunun ne olduğu sorulduğunda, Portekiz’in uluslararası ismi olan Portugal’den hareketle meyveye de portakal adı verilmiş. Şu anda Akdeniz coğrafyasıyla özdeş hale gelmiş olan ve sanki bu coğrafyanın ta başından beri endemik bir bitkisi olduğu sanılan portakal gerçekte Hint coğrafyasının bir ürünüyken, oraya bir dönem hakim olan günümüz İran’ı, eski dönemlerin Pers imparatorluğu’nda büyük önem kazanmış. Hatta dilimizde genel olarak portakal ve limon gibi meyveleri ifade eden narenciye sözcüğü de Farsça olup, bu dilde ‘fillerin zor hazmettiği’ anlamına geliyormuş.

Anadolu topraklarına MÖ 6. yüzyılda ilk kez filleri karşıdan karşıya geçirmek amacıyla gemileri yan yana getirerek Çanakkale Boğazı’ndaki ilk köprüyü kuran Pers ordusunun her şeyi olan bu hayvanlar bu meyveye bayılıyorlar, ama hazmetme güçlüğü çekiyorlarmış. Buradan da naranga diye, daha sonra Türkçe’de narenciyeye evrilen sözcük çıkmış. Gerçek kültürel ve dilsel kodu Fars, yani İran’a dayanan Anadolu Türk kültürü ve onun dilinde de bu Farsça sözcük, bir meyve grubunu ifade etmek için kullanılır olmuş.

Portakallı ördek Fransız mı İtalyan mı?

Yalnızca Türkçe değil, örneğin İtalyanca’da da portakal Portekiz’in adıyla değil, "arancia" olarak adlandırılıyor. Fransızca’da da orange. Yani bu adların hepsi Farsça orijinli narenciyeden türemiş. Portakal, başlı başına bir vitamin ve besin kaynağı olmanın dışında özellikle Avrupa mutfağında kullanılan bir meyve olmuş. Aslında klasik dönem Osmanlı mutfağının da yemeklerde bu tadı kullanmaya uygun olduğunu biliyoruz, ancak Osmanlı’nın bu meyveyle gerçek anlamda tanışması oldukça geç dönemde olmuş. Dolayısıyla Osmanlı portakal soslu etleri Avrupa mutfağına kaptırmış.

Portakallı et demişken bunun en güzel örneği, Fransız mutfağı kaynaklı olarak bilinen ve dünyadaki hemen hemen tüm uluslararası restoran menülerinin değişmez yemeği "portakallı ördek" oluyor. Fransızlar bu yemeği tarihsel süreçte kendilerine mal ediyorlar ancak aslında bu lezzetin Fransa’ya gelin giden 15. yüzyılın zengin Floransa’lı ailesinin kızı, Catherine de Medici’nin tanıttığı söyleniyor. Bu da yakın zamana kadar kendilerini dünyanın merkezinde sanan Fransızları deli etmeye yetiyor. Tabii bu yemeğin İtalya kaynaklı olması akla daha yakın geliyor, zira İtalya bu bitkinin yaşama olasılığının iklimsel olarak daha yüksek olduğu bir ülke.

Coğrafi keşifler ülkesi Portekiz


Küçücük Portekiz Avrupa’ya ne güzel tatları armağan etmiş, görüyor musunuz? Aslında tarihi biraz düşününce, özellikle modern Avrupa’nın kuruluşunda tesadüf mü değil mi bilinmez, ilginç bir işbirliği göze çarpıyor. Yunanistan, siyasi ve felsefi altyapıyı kuruyor, İtalya mimari, sanat ve edebiyat işini üstleniyor, İspanya ve Portekiz, modern Avrupa’nın finansal kaynaklarını coğrafi keşiflerle sağlıyorlar, İngiltere ve Hollanda bu kaynakları yönetme işini üstüne alıyor, Almanya ise bu kaynaklardan üretimi sağlıyor. İlginç bir işbirliği değil mi? İnsan bu durumda neredeyse Avrupa Birliği’nin kuruluş temellerinin ta Rönesans’ta atıldığını düşünmeden edemiyor.


 
POPÜLER GALERİLER
gelinlik modelleri pudra
mac mbfwi pioneering designersi 10
lenzing ecovero mehtap elaidi mbfwi 01
korean beauty kore guzellik sirlari
new york fashion week 26
paris fashion week pudra 12
mac mbfwi pioneering designersi 10
oleg cassini collection 2117 2
EN YENİLER