Hülya Gülbahar
Az önce Hülya Gülbahar aradı. Tüylerimi diken diken eden bir son dakika haberi verdi.
Sağlık Bakanlığı laboratuvarlardan gebelik testi yapan bütün kadınların bilgilerini istiyormuş. İşte Gülbahar’ın anlattıkları: “Son aldığımız haberlere göre, Sağlık Bakanlığı tüm tıbbi tahlil laboratuarlarına bir genelge gönderdi. Hamilelik testi yaptıranların sonuçlarının ve iletişim bilgilerinin bakanlığa bildirilmesini istiyor. Bakanlık da, bu bilgileri ilgili aile hekimliklerine ileterek hamilelik sürecinin takip edilmesini ve normal doğum yolunun kullanılmasını talep edecekmiş! Özel hayata korkunç bir müdahale! İster misiniz, hamile kalıp da doğurmayan kadına ceza verilmesi gündeme gelsin şimdi de! Zaten ‘doktorları şiddetten koruyacağız’ bahanesiyle hasta-doktor görüşmelerinin kayıt altına alınması girişimi vardı. Geçen hafta çıkan bir torba yasanın içine Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın herkesin tüm banka hesabı ve kredi kartı bilgilerini elektronik ortamda alabilmesi hakkı getirildi... Özel yaşam diye bir şey kalmıyor.”
Avukat Gülbahar’la Point Otel’de buluştuk. Fotoğrafları da Cem Talu çekti. Gülbahar son derece kendine güvenen, ne söylediğini bilen, ayakları yere basan ve gerçekçi biri. Sizi bilmem ama beni dehşete düşürdü anlattıkları. Meğer bilmediğimiz ne çok şey oluyor bu ülkede. Ben kendi adıma farkındalığımı arttırmaya ve Türkiye’deki kadın hareketinin daha çok içinde olmaya karar verdim.
İçgüdüsel tepkiden, bilinçli tepkiye geçmeye karar verdim. AMK gazetesinde bana cevap diye yazılan pespayeliği okuduktan sonra da iyice kesinleşti. Ben kadınların cinsellikten zevk alabilme haklarını savundum, onlarsa kadın cinselliğine küfretmeyi simgesel hale getirmeye çalışıyorlar. Üstelik son derece seviyesiz bir biçimde. Ama vız gelir tırıs gider. Bu konu üzerine yarın da yazacağım...
Kadın meselesi bu ülkede ne durumdaydı?
- 80 yıllık bir Cumhuriyet ideali, kâğıt üzerinde bile olsa orada duruyordu. Eşitlik güzel bir hayaldi. Geçtiğimiz dönemlerde, kadının, anne ve eş olarak görevlerini yerine getirmeye devam ettiği sürece, sosyal hayatta aktif olmasında bir sorun yoktu. Şimdi yeni dönemde farklı olan bir şey var. Kadınlarla erkeklerin eşit olmadığına inanan bir iktidarla karşı karşıyayız...
Somut örnekler var mı?
- Tabii. 2007’deki anayasa tartışmasında bizi dehşete düşüren bir adım atıldı. Anayasada, “Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet bu eşitliği sağlamakla hükümlüdür” deniyordu. Bu madde buharlaştı, onun yerine, “Kadınlar, çocuklar, yaşlılar, sakatlar, özel surette himaye edilebilirler” lafı geldi. Kadınları, “Eşit anayasal yurttaşlık” kategorisinden çıkarmaktı söz konusu olan. Sadece kadınları da değil, diğer kesimleri de... Sakatlar “eşit yurttaş” değil mi? Kadın örgütleri bu girişimi boşa çıkardı.
Ayrıca Türk Medeni Kanunu’nda “Aile reisi erkektir” ifadesi kaldırıldı ama Başbakan sürekli olarak yaptığı konuşmalarda, “Babalarımız, evimizin direğidir. Evlerimize baba ocağı denir” diyor. Yürürlükteki medeni kanunu bir anlamda boşa çıkaran bir politikası var...
Siz kürtaj yasasını, sadece kadınların bedenlerine ve hayatlarına yapılmış bir müdahale olarak görmüyorsunuz o zaman...
- Hayır, aynı zamanda demokrasinin çoğulculuk niteliğine de bir müdahale olarak görüyorum. Kürtaj yasası, hem demokrasi hem laiklik konusunda Türkiye’nin geleceğine dair çok önemli ipuçları veriyor.
Bu örneklerden anlıyorum ki, Türkiye’deki kadın hareketlerinin uyanıklığı sayesinde birçok konuda direkten dönülmüş...
- Elbette. 2010’daki referandum paketinde Aile Maddesi’nde, “Çocukları şiddetten, cinsel istismardan ve cinsellikten koruma” düzenlemesi vardı. Tehlikeli bir düzenlemeydi...
Neden tehlikeli?
- Çünkü çocuk dediğimiz, her yerde olabilir. Sokakta, evde... Yani reklam panolarından tutun da, gündelik gazetede yayınlanabilecek bir fotoğrafa, televizyondaki herhangi bir görüntüye kadar, “Çocukları cinsellikten koruyacağız!” diye bütün bir topluma, “cinsellik sansürü ve otosansürü” getirebilecekti o madde. Karşı çıktık. “Biz çocuklara anlayabildikleri yaştan itibaren cinsellik konusunda eğitim verilmesini istiyoruz” dedik, “Cinsellikten koruyarak cinsellik eğitimi nasıl vereceksiniz?” dedik. Bunun gibi bir sürü sorun vardı, hâlâ var.
Biz ısrarla itiraz ettiğimiz için, o kelime oradan çıkarıldı. Şimdi yeni anayasa komisyonu çalışmalarını okudum, gördüğüm kadarıyla, kadın bedeninin reklamlarda kullanılmasını engellemek üzere, Anayasa Alt Komisyonu yine bir maddede anlaşmış. Oysa, kadın örgütlerinin böyle bir talebi yok. Peki öyleyse, Anayasa’da, kadın bedeninin reklamlarda kullanılmasını engelleyecek bir madde olmasını kim istedi?
Bu her zaman muhafazakâr bir talep olarak dile gelmiştir. Kadınlarla ilgili her kanunun içine bu tür bir düzenleme sokulmak istenmiştir. Kadın örgütleri olarak biz de, her seferinde buna direndik. Direnmemiz gerekiyor. Yoksa bu yasakların önünü hiçbir şekilde alamayız. Çünkü bu mantık, reklamlarda çıplak kadının bedeninin sergilenmemesi üzerinden başlayıp, kadının sergilenmemesine kadar gidiyor. Muhafazakâr kesimin bazı yayın organlarında bir adet kadın resmi bile göremezsiniz. Haberi erkek fotoğraflarıyla yaparlar...
BEHZAT Ç.’YE EVLİLİK BASKISI
Böyle bir şey olabilir mi? Behzat Ç. dizisinde, evlilik dışı bir ilişki yaşandığı için, Başbakan yardımcılığı düzeyinde, her fırsatta eleştiri yapılıyor. Dizinin senaristine, yapımcılarına, “Bir an önce evlendirin bunları!” baskısı yapılıyor. Dizi kahramanlarından bahsediyoruz! Şaka gibi. Devlet bu işlere karışamaz, karışmamalı...
ERKEKLERDEN ŞU ÜÇ ŞEYİ İSTEMEYECEKSİN
Her şey “iktidar mücadelesi” yüzünden. Erkekler, “iktidar”ı paylaşmak istemiyor. Bankadaki paraların yarısını kadın alacak, vermek istemiyorlar. Çok basit aslında, üç şey var: Namus üzerinden kadınların kontrolü, “Kadınlar, hayatlarını bize adayacaklar!” diyorlar. Cinsellik ve namus kontrolü o yüzden. İkincisi, cüzdanlarındaki para onların olacak. Hiçbir şekilde oradan hak iddia etmeyeceksin. Ömür boyu boğaz tokluğuna çalışacaksın. Üçüncüsü koltuklar. Bu üçünü istemeye kalktın mı feminist de olursun, başına gelmedik de kalmaz!
KADINLAR ÜÇE AYRILIR
a) FEMİNİSTLER
b) ‘FEMİNİSTİM’ DİYEMEYENLER
c) ANTİFEMİNİSTLER
Sizin eğitiminiz ve hikâyeniz?
- İzmirliyim. Bir yıl gazetecilik ve halkla ilişkiler okudum. Sonra üstüne hukuk. Bir süre yayıncılık yaptıktan sonra avukatlık yapmaya başladım. Çok sevdim. Sendika avukatlığı yaptım, şimdi serbest avukatlık yapıyorum. Değişik alanlarda dava alıyorum ama hakların peşinde koşmak manevi tatmini çok yüksek bir alan, insanın ruhuna iyi geliyor. Kadın hakları mücadelesine duyduğum ilgi, “Kız çocukları böyle davranmaz” sorgulamasıyla başladı. Simone de Beauvoir’ın dediği gibi “Kadın doğulmaz, olunur!” Kafamıza vura vura bizi belli formatta bir “kadın” yapmaya çalıştıklarını çok erken gördüm. Aynı format erkeklere de atılmıyor mu? Bunlara itiraz ederek başladı benim bireysel mücadelem. Hâlâ da devam ediyor...
Size “feminist” diyorlar, hatta “militan feminist”. Bozuluyor musunuz?
- Çok çeşitli isimler yakıştırıyorlar, “Radikal feminist”, “Sosyalist feminist”. Hepsini kabul ediyorum. Feminist kelimesinden gocunacak halim yok. Öte yandan da beni yeterince feminist bulmayanlar da var. Kadınlar üçe ayrılır: Feminist denmesinden gocunmayanlar. Aslında feminist olup, erkeklerin ilgisini kaybetmekten korktuğu için “Bunları savunuyorum ama feminist değilim!” diyenler. Bir de antifeministler. Onların durumu daha zor tabii. Düşüncemiz ne olursa olsun, hepimiz kadınız ve bu ülkede kadınların aleyhine işleyen pek çok şey var. Ortak bir dayanışma yolu bulursak çok iyi olur.
Ayşe ARMAN/Hürriyet