- Cehennemde en büyük ceza ne diye sorsalar, aşk bitmediği halde ayrılmak derim.
- Bir erkek kendisi de aşırı tutkuyla seviyorsa o kadınla evlenmekten korkar. Evlilik değildir onu korkutan, asıl kalbinin bağlı olmasıdır ürktüğü. Çünkü bu onu güçsüz düşürebilecek yegane şeydir. Erkekler acıya kadınlar kadar dayanıklı değillerdir. Aşk acısıyla tam olarak ne yapacaklarını bilmezler.
- Kötülüğün bir kılığı yoktur... Bir kılığı olsa en çok iyilik kılığına girmeyi sever.
- Her yok saymak aslında öldürmektir... Birini yok saydığında gerçekte onu öldürürsün.
- İnsan böyledir, insan iyi olmuyorsa başkası kötü olsun ister.
Sonsuz aşk için verdiğin bir formül var. İş frekansı yüksekte tutmakta mı yatıyor?
Henüz mutlu aşkın sonsuza kadar sürecek formülü bulunmadı. Keşke ben bulsam. İki kutuplu bir dünyada sonsuz mutluluğu da deneyimleyebilir miyiz, bu ağız tadımıza uyar mı onu da bilmiyorum. Belki de bunu algılayabilecek gibi programlanmadık. Belki biraz acı da gerekiyor hayatı hissedebilmek için. Öte yandan Mevlana’nın dediği gibi "Gülü düşünürsen gülistan olursun". Dünya bize biz de ona ayna isek eğer karşılaştıklarımız belki de kendi karanlığımızdır. Ama karanlığı ışığa çevirmek de öyle kişisel gelişim uzmanlarının iddia ettikleri gibi iki tak tak iki şık şık olumladım, oldu, şimdi önümüzdeki maçlara bakacağız değil. Yani bence değil. Bu kadar kolay değil gibi geliyor bana. En azından herkes için. Katman katman kararan, kadim bilinçaltımız katman katman katman aydınlığa çıkar. Zahmetli bir süreçtir bu, ama uyanış elbette her şeyi başlatan şey. En azından frekansı düşük tutarak mutlu bir ilişki beklenemeyeceğini söyleyeyim. Yanlış bir hayat doğru bir şekilde yaşanamaz diye bir söz var ya, işte o söz boşuna söylenmemiş. O yüzden frekansı yüksek tutmakta yarar var.
İnsanın korkuyla en sevdiği şeyden kurtulma itkisi güçlüdür, diyorsun. Fıtratımızda bu mu var gerçekten? Neden?
Sevip de kaybetmek ya da olduğu konumu kaybetmek acıların en büyüklerinden biri, Samsara denilen, bu arzular dünyasında. Ego arzu eder, ego ne kadar küçülürse küçülsün, tamamen arzu etmeden yaşayamaz insan. Ego kaybetmeye dayanamaz. Hele bir başkasına kaybetmeye hiç. Bazen kafa tutar, ölümlüğüne, ona karşı durana ve der ki öleceksem ben öleyim. Kendi ipini çeker. Hani Matrix filminde bir söz vardır ya, başlangıcı olan her şeyin bir sonu vardır diye, tam öyle. O sonu beklemek istemez. Kendini yok etme pahasına davranır. İşte bu akrep burcudur. Nasılsa kaybedecek acıyı şimdi hemen burada kendi eliyle, kendine acı vererek egosunun incinmesini önlemeye çalışır. Yapar bunu bazen. İnsanın zaman zaman en sevdiklerine zarar verme itkisi vardır, bu aslında kendine zarar vermenin bir başka türüdür. Kendini yok etmenin. Kendini sevmenin. En sevdiklerin senin bir parçandır çünkü.
Aşk belki de iki yalnızlığın birbirini selamlamasıdır. Beni en çok vuran cümlelerinden biri oldu. Bunun üzerinde birkaç satır yazabilir misin?
Benim de en sevdiğim cümlelerden biri… Pink Floyd’un Wish You Were Here şarkısındaki şu cümle her zaman beni vurmuştur: "We are just two lost souls swimming in a same fish bowl…" Biz aynı akvaryumda dolanan iki kayıp ruhuz der. Aslında bu arkadaşlık için yazılmış bir şarkı. Syd Barret için yazılmıştı sanırım. Pink Floyd benim en sevdiğim gruptur neredeyse, kendimi her zaman saykodelik rock’a yakın hissettim, eğer rock söz konusu ise. Bu söz hep derin bir aşk ve kayıp parçayı arama gibi geldi bana. Ve sanırım galiba bu gezegende hep biraz yalnız, hep biraz ait olamayan gibi hissettim. Hem de bu kadar ait gözükürken, garip bir aidiyetsizlik vardı hep içimde. Sanki kayıp parçamı arar gibiydim. Benim gibi kayıp parçasını arayan insanlar var biliyorum. Belki herkes aslında kendi başına bir ada ve ondan kopan parçayı arıyor. Aşk da işte bu tamamlanma duygusu. Bütün olma. İki yalnızlığın tek bir bütünde artık yalnızlık olmaması.
Berrak ile Kerem tatildeyken: “Belki de şehirdi bizi bozan, yalancılık dedikodu vs. diyorsun. Sence içinde yaşadığımız ortam düzen aşk ilişkilerimizi nasıl etkiliyor.
Bana göre insan özünde doğaya ait. Ağaca kuşa çimene denize ve toprağa ait. Onun kucağında iken her şey daha doğal daha kolay daha egosuz. On beş günden fazla doğanın içinde kaldığında şehirden getirdiğin bütün korkuları birer birer toprağa havaya suya bırakıyorsun. Artık param yok diye şunu alamazsam terfi edemezsem diye endişelenmemeye başlıyorsun. O benden daha iyi duygusuna “amaaaan” diyorsun. Huzur geliyor insana. Bırakmaya başlıyorsun. Yavaşça endişeleri atıyorsun. Fazlalılıklardan kurtuluyorsun. Cep telefonunu arabanı yenileyemezsem diye korkmuyorsun. Gün doğumu ve gün batımı ile birlikte yaşamaya başlıyorsun. Bütün kainatın bir parçası gibi hissediyorsun. Rüzgarın sesini duyuyorsun, denizin kokusu anlamlı geliyor sana. Saatlerce dingin oturabiliyorsun artık. Sade basit ve kendin gibi olmaya başlıyorsun. İçindeki karanlık ışımaya başlıyor. İşte o zaman hakikat yaşanmaya başlıyor. Kendi hakikatinle barışıyorsun. O zaman aşk da daha hakiki.
Bu aşk ve intikam romanı. Sonraki roman planlarında aşk mı olacak yine?
Tarot’da bile kişilik kartım Aşıklar. Astrolojik haritam bunu söylüyor. Aşkı anlarım, insanların aşk acısını saatlerce dinlerim, çözmeye çalışırım, acılarına merhem olmayı denerim, en azından yanlarında olurum. Bu dünyaya aşk için geldiğimize sevmeyi öğrenmek için burada olduğumuza ve yaşamdaki en anlamlı, en kutsal duygunun bu olduğuna inanıyorum. Sevginin ölümden de güçlü olduğuna yaşamın özü olduğuna inanıyorum. İntikam da sadece bunun bir yüzü, karanlık yüzü. Karanlığı bilemezsek onu iyi tanımazsak gölgelerimizle yüzleşmezsek aydınlığa da çıkamayız. Karanlığı bilmek bize aydınlığın kapılarını açar. Aşk benim konum, sevgi benim konum. Sanırım hep bunu anlatmak istiyorum. Kitapta öz yaşamsal şeyler var mı sorusuna ise şöyle diyebilirim: Bazı duygular yaşanmıştır, olaylar yaşanmamıştır.
İrem Almaç Yüce