Son yıllarda tüketici hukuku alanında bir takım olumlu düzenlemeler yapılmaya çalışılsa da sistemin, bir türlü mevzuatı uygulamaya geçirmeyi ve tüketiciyi gerçekten korumayı beceremediği bir gerçek.
Yargıtay son yıllarda, bankaların kredi tahsisi esnasında, tüketiciyle müzakere etmeden adeta dikte etmek suretiyle tüketiciye kabul ettirdiği ve kredinin tahsisi için gerçekten zorunlu olmayan masraf, komisyon vb isimler altındaki giderlerin haksız olarak tahsil edildiği ve haksız olarak alınan bu meblağların tüketiciye iadesine karar verilmesi gerektiği yönünde kararlar veriyor.
Tüketici haklarının korunması anlamında alkışlanması gereken bu kararlara ulaşmayı başarabilenlerin ise gerçekten altın madalyayı hak ettiklerini düşünüyorum. Zira; İstanbul’da bu kararlara ulaşma süreci oldukça uzun ve meşakkatli bir maraton gibi. Bu maratonda karşınıza çıkan ilk sorun ilgili belgelere ulaşmak için bankaya müracaatınızın banka tarafından cevapsız bırakılması. Ya da bankanın bu belgeleri size iletmek için ayrıca ücret talep etmesi. Trajikomik bir durum olduğu aşikar. İlk anda sizi anlamsızca gülümseten bu durum birkaç saniye içinde kanın beyninize sıçramasına neden oluyor.
Bir şekilde kredi sözleşmesini ve ilgili belgeleri almayı başarsanız bile, karşınıza ikinci bir engel olarak Hakem Heyeti çıkıyor. Bir hukukçu üye dışında tüm üyeleri bürokratlardan oluşan Hakem Heyetleri'nin hukuk kaideleriyle bağdaşmayan kararları söz konusu olabiliyor.
Yaşadığım olayda, kredi tahsis eden banka tarafından haksız olarak tarafımdan tahsil edilen bir takım giderlerle ilgili İstanbul İl Tüketici Hakem Heyeti'ne başvurdum.
Hakem heyeti dilekçemi, bankanın savunmasını ve eldeki bilgi ve belgeleri değerlendirip görevsizlik kararı verdi. Aslında bir kısım giderlerin haksız olduğu ve iadesinin gerektiği, ancak bazı giderlerin iadesine gerek olmadığı kanaatiyle, sadece iade edilmesi gerektiğini düşündüğü alacak rakamına bakıp görevsizlik kararı verdi. Oysa ki tüm hukukçular bilir ki; görev sınırı eğer belli bir miktar para ise görev belirlemesinde davacı tarafından talep edilen alacak miktarına bakılır. Zira; yargılama sonucunda hükmedilecek meblağı işin başında ne talep sahibi ne de karar verenler bilebilir.
Çoğunluğu hukukçu olmayan kişilerden oluşan bir kurulun böyle bir karar vermesi belki normal görülebilir. Ancak gerçek anlamda hukuki değerlendirme yapamayacak kişilerin neden hukuki faaliyetlerde görevlendirildiklerini anlamak olası değil. Kaş yapayım derken göz çıkarmak bu olsa
gerek. Hakem heyetinden çıkan karara karşı Tüketici Mahkemesi'nde itiraz edebiliyorsunuz. Nitekim ben de bu karara karşı Tüketici Mahkemesi'nde dava açtım. Davanın ilk celsesi dava açılma tarihinden tam 7 ay sonra görüldü. İkinci celse için ise 8 ay sonraya gün verildi. Yani; İstanbul’da Tüketici Mahkemesi'nde açtığınız bir davada, bir yılda ancak tek duruşma yapılabiliyor. Yargılamanın en iyi ihtimalle 3 veya 4 celsede bittiğini düşünürseniz, ortalama 3 yıl kadar bir süreyi gözden çıkarmalısınız.
Sözün bittiği yer bu olsa gerek diye düşünürken, daha enteresan bir durumla karşılaşabilirsiniz. Örneğin 300 TL. masraf alacağınızın iadesi için açtığınız davada 350 TL. bilirkişi ücreti ödemenize karar verilebilir. Hiç masraf yapmayacağınızı düşünürken bir bakmışsınız dava süresince 600 – 700 TL. masraf yapmışsınız bile.
300 TL. alacak için 350 TL. bilirkişi ücreti ödenmesini istemek demek, “sen bu sevdadan vazgeç” demekten başka bir şey değildir. Bu aşamada “bilirkişi ücretini de ödemem, davayı da takip etmem, ben bu alacağı tahsilden vazgeçiyorum” deme lüksünüz bile yok. Zira bu sefer de bankanın avukatının vekalet ücretini ödemekle yükümlüsünüz.
Sonuç olarak ortaya cevaplanması gereken birçok soru çıkıyor.
Senede tek duruşma ile herhangi bir davanın insanları tatmin edecek bir sürede bitirilmesi nasıl beklenebilir?
Hakkını aramak için dava açan birinin talep ettiği alacak meblağından daha yüksek yargılama giderlerine katlanması bir sosyal hukuk devletinde nasıl açıklanabilir?
Bizim adalet sistemimiz adaleti tesis ederek, adalet duygusunu tatmin etmek bir yana tam tersine insanları adalet sisteminin dışına itmeye odaklı. Öylesine bir hantallık, öylesine ağır bir harç ve masraf yükü var ki; insanlar bunlara katlanmaktansa hakkını aramamayı tercih ediyor.
Türk adalet sistemi, hantallığından sıyrılıp, zamanında ve gerçek adaleti sağlamayı hedeflemediği sürece, bireyin adalet duygusunu sürekli olarak zedeleyen bir sistem olmaktan öteye gidemez.
Hantallık ise çözülemeyecek bir sorun değil. Ülkede milyonlarca işsiz üniversite öğrencisi varken yeterli sayıda personel istihdam edilmemesi, bürokrasinin mevzuat değişiklikleri ile azaltılmaması, tüketici hakkı ihlallerini alışkanlık haline getiren kuruluşlar için çok ağır para cezaları getirilmemesini anlamak mümkün değil. Öyle ki; şu anda bu kuruluşlar ve özellikle bankalar yargının hantallığını ve pahalılığını bir caydırıcı unsur olarak kendileri lehine önemli bir avantaja dönüştürmüş durumdalar.
Gerçek maharet Avrupa’nın en büyük adliyesinde gerçekten insanlara zamanında ve tatmin edici şekilde adalet hizmeti vermektir.