Yapmam gerekenleri yapacak daha çok vaktim olur.
Şimdi gezme, dolaşma ya da boş boş evde oturma zamanı
Hem ne bu acele daha vaktim var.
Benim bundan önce yapacak başka işlerim vardı.
Dedim ya ne bu acele
“hele du bii bakalım.”
Hayatımı ‘hold’a aldım.
Teneffüsteyim ben şimdi,
Verilmesi gereken kararlar, alınması gereken sorumluluklar bir adım ötede duruyor.
Şimdi de değilim.
Yeniyi yaratamıyorum.
Elimde sadece dün var.
Ondan bahsedelim, ben yaptığım işlerden bahsetmeyi severim.
Eski anılardan konuşalım, ben yeni maceralar için çok yaşlıyım, yorgunum.
Yeni işler içinse hiç enerjim yok.
Dedim ya ne bu acele
“hele du bii bakalım.”
Dolapta özel bir gün için saklanan giyilmemiş kıyafetler, gidilmemiş tatiller, başlanmamış hobiler, yaşamayı ertelediğimiz hayaller, bir gün sahip olmayı düşündüğümüz çocuklar… Bir bakarız ki ertelediklerimizden koca bir liste oluşmuş. Bu listeye birçok yaşam sığışmış. O yapılacak işler listesinin içine bizi geliştirecek deneyimler saklanmış. Belki farkında değiliz ama biz eylemlerimizi durdurdukça yaşamımızı, büyümemizi, gelişmemizi de erteleriz.
Yaşamı “pause” tuşunda, “hold”da yaşarken, biriktirmeyi severiz.
Verilmesi gereken kararları erteledikçe, üzerinde düşünmeden onları zihnimizde biriktiririz.
Ben bu durumu giymediğimiz kıyafetleri birilerine vermek yerine onları dolaplara, çekmecelere tıkıştırıp, bir gün lazım olur elbet diye bekletmeye benzetirim.
Ve bir bakarız evimiz çer-çöp içinde kalmış. Zihnimiz ise ertelediklerimizden darmadağınık olmuştur. Nasıl karışıklık içinde aradığımızı bulmazsak, bu dağınık zihin içinde de ana gelip yaratıcı olamayız. Karşımıza bizi bu dağınıklığa çeken bir şeyler çıkar. İçimizde sürekli yapılmayı bekleyen işlerin sesini duyarız, onların bizi aşağı çeken enerjisini hissederiz.
İşleri ertelemenin sebebi sizce nedir?
Yapmamız gereken işleri bir sonraki güne, hafta başına, bir sonraki aya erteledikçe bu işler gözümüzde büyür.
“Dur bir bakalım, bakarız bir çaresine elbette” zamanla söylene söylene artık ağzımızda o kadar esner ki “hele du bii bakalım” haline gelir.
“Hele du bii bakalım” egomuzun en sevdiği ifadelerden biridir. Biz durdukça egomuzun kontrolü büyür. Biz durdukça gelişimimiz durur. O zaman egomuz kendini tehdit altında hissetmez.
Ertelememizin sebeplerinin başında alışkanlıklardan kurtulamamak, tembellik, zaman planlaması yapamamak, yaptığın işte mükemmeliyetçiliği aramak, işlerin önceliklerine (önemli, gerekli, acil) karar verememek ve boş vermek gelir.
Bu saydıklarımın hepsi de egonun oyunlarıdır. Egomuz karanlıktan, korkudan ve yazdığı senaryolardan beslenir.
Her yapılan iş bize devamında yeni sorumluluklar ve kendimizi geliştirebileceğimiz yeni çalışma alanları belirler. Kendimizi eylem içinde geliştiririz. Biz yaptıkça öğreniriz. Ürettikçe kendi yaratıcılığımızın farkına varırız. Neler yaratabildiğimizi deneyimledikçe yeni şeylere karşı kendimizi daha istekli buluruz. Egomuzun senaryolarına, endişelerine karşı dik durur; egomuzun kontrolünden çıkıp, özümüze yaklaşırız.
Yeni bir ben yaratmak nasıl mümkün?
Bunun için öncelikle kendimize şu soruları sormamız gerekir;
Bu işi ertelemezsem, şimdi yapsam ne olur?
Falancanın benim için yapmasını beklediklerimi ben yaparsam ne olur?
Bu işi şu anda yapabileceğim en mükemmel şekilde yapsam, yapmak için falanca kadar iyi yapmayı beklemesem ne olur?
En lezzetli cheesecake yapan aşçı, en hızlı yazı yazan sekreter, matematik problemini en çabuk çözen çocuk, arabayı en iyi kullanan şoför, vs. olabilmek için egomuzun tembellik oyunları ile mücadele etmeliyiz.
Her işte bir ustalaşma süreci vardır; o noktaya gelene kadar bizim gelişimimizi durduran ego oyunlarının farkına varmalı ve her eylemle kendimizi geliştirdiğimizi bilmeliyiz.
Unutmayın; “İşleyen demir ışıldar“ boşuna dememişler, biz eylemde oldukça yükseliriz ve çevremize yaptıklarımızla ışık olmaya başlarız.
Hayatınızı “Play“ tuşuna basılı şekilde geçirmenizi dilerim,
Sevgiyle yazdım,
Saba Deniz
Yaşam Koçu