İçim sanki dipsiz bir kuyu
İçimden neler çıkacağını hiç bilemiyorum,
Bağırsam sesler içimdeki boşlukta yankılanıyor.
İçime ne koysam kara delikteki kara renklere boyanıyor.
Bütün güzellikler o karanlık içinde kayboluyor.
Nereye gideceğimi bilemiyorum.
Kendimi kaybettim.
Duygularım allak bullak oldu,
Sözleriyle beni aydınlatacak birini arıyorum.
Kimi zaman yaşam denen oyunda ilerlerken yolda tökezlemiş gibi oluruz. Kendimize seçtiğimiz partnerin bizi tamamlamadığını, bizi yansıtmadığını fark ederiz. İşte o zaman bütün senaryo bir anda iptal olur bizim için. Oynamak istemediğimizi, yola başka şekilde devam etmek istediğimizi anlarız.
Ne olur o zaman? Birden bire al yüzlü, güçlü kaslı sevgilimiz gider, yerine bir canavar mı gelir?
Etrafımdaki ilişkilere söyle bir bakıyorum da ilk başta yazılan aşk masallarının maalesef pek azı gerçek oluyor. Pembe bulutlar çekilip andan kopunca birden bire gelecek endişeleri, kararsızlıklar, korkularımız başlayınca sevgilimizin al yüzünde kara çıbanlar çıkıyor.
Ya da bize öyle geliyor…
Biraz daha zaman geçip ortak bir geçmiş oluşunca ise bu seferde biriktirdiğimiz tortular başlıyor fokurdamaya.
Sanki yaşananlardan dersler alınmamış da tekrar tekrar bütünleme sınavına girer gibi sil baştan yaşıyoruz her duyguyu.
Bu aralar “Muhteşem Yüzyıl” dizisine takıldım. Eski bilincimde tarihle pek aram yoktu. Diziye ilgim biraz tarih öğrenirim en azından biraz kulağım dolar şeklinde başladı. Ben uyukladığım tarih derslerindeki arayı bu diziyle kapatmayı hayal ederken kendimi saraydaki kadınların taktik savaşının içinde buldum.
Kızımın dişleri rahat çıksın diye mısır patlatırken, sonra televizyonun karşısında o mısırları yerken kendime sormadan edemedim;
“Ben Hürrem miyim? Yoksa Mahidevran mı?”
Yani Haseki mi yoksa haremdeki bir cariye mi?
Şimdi nereden çıktı bu dizi, mısırlar demeyin. Aslında tam da bizim konumuza uygun olduğunu düşünüyorum. İkili ilişkilerde biz kadınlar bir şekilde her iki karakter olmayı beceriyoruz. Önemli olan her ikisinin de oynadığı rollerin farkında olmak.
Diziyi seyrederken açıkcası Mahidevran’a sinir oluyorum. Onun sürekli geçmiş günlere takılıp kalması ve hala geçmişin hesaplaşmasını yapamamış olması beni sinirlendiriyor. Kaç kere mısırlarımdan ayrılma pahasına yerimden kalkıp, onu kendine gelmesine davet için silkelemişliğim vardır.
Bir taraftan da Hürrem’e bakınca onun ne istediğini bilen hali ve tavrına da hayranım. Kendini kategorize etmeden, arkasında hiç kimse olmadan her olay karşısında dimdik duruşuna, anda kalarak en karmaşık durumlar karşısında çözümler üretip, ak kaşık gibi sıyrılmasına hastayım.
Dizi başlayalı aylar oldu, daha Hürrem bir kere bile ‘biricik aşkım’ dediği Padişah’tan herhangi bir konu ile ilgili ne bir yardım istedi, ne de bir şikayette bulundu. Her şey Hürrem’in hayatında toz pembe mi?
Hiç de değil… Bir sürü düşmanına karşı kendi yöntemleriyle savaş içinde. Yani dört bir cepheden saldırı altında. Ama gene de her zaman padişahı karşısında tam ve bütün olabilmeyi becerdi. Her şeyin üstesinden gelen, anda kalan ve hayatla eğlenmesini bilen gözde cariye oldu.
Onun karşısında sorgulanmadığı gören dev egolu Padişah ise zamanla geçmişe takılı kalan, geleceği yaratamayan Mahidevran’a kapıyı gösterdi.
Ben bu sebeple bu diziyi seyrederken bir masalın içinde buluyorum kendimi… Her iki karaktere kendimi yakın hissediyorum. Bir bakıyorum, ilişkimde olan bir olaya takılmış öfke krizlerindeyim. Mahidevran olmuş, kendimi yok etmişim. Bir bakıyorum kimi zamanda sadece eğlenmeyi düşleyen, olaylara çözümler bulan, anda ve keyifte olan Hürrem olmuşum.
Bu aralar evde sıkça patlattığım mısırlarımı yerken kendi filmimi durdurup bakıyorum;
“Ben şimdi kimim, hangi masalda, hangi karakteri oynuyorum “ diye.
Oynadığınız rollerin farkında olmanız dileğiyle,
Sevgiyle yazdım,
Saba Deniz
Daha önce yazdığım 'O Kadınlar' ve ‘Evdeki Kadınlar' başlıklı yazımda hepimizin içinde savaş halinde olan iki kadını anlatmıştım. Bu yazıyı okumak için tıklayın...