Op. Dr. Hakan Çoker artan sezaryen oranlarını şöyle değerlendirdi:
"Sağlıklı anne adaylarında normal doğum tercihinin artırılması için yapılan bilgilendirme ve teşvik çalışmalarına rağmen sezaryen ile doğum oranı artıyor. 2013’ün ilk 6 ayında ise oran iyice yükseldi. Üniversite hastanelerinde yüzde 77, özel hastanelerde yüzde 76 ve Sağlık Bakanlığı hastanelerinde yüzde 44 oldu. Görüldüğü gibi son yıllarda gerek ailelere, gerekse doktorlara ve sağlık sistemine yapılan tüm baskılara rağmen sezaryen oranları düşme değil yükselme eğilimine girmiştir. Planlı sezaryen olarak tanımladığımız hiçbir gereklilik yokken bebeğin ciddi bir ameliyatla anne karnından alınması kadının doğurma yeteneğine yapılan bir müdahaledir. Sezaryen ameliyatı tanımı gereği anneden, bebekten ya da plasentadan meydana gelebilecek komplikasyonları önlemek, doğumun sağlıklı olmasını sağlayabilecek bir kurtarma operasyonudur. Ancak günümüzde sezaryen sebepleri arasında daha çok anneye ve babaya ait korkuları, yeterli desteğin verilememesini, doktorların dava edilme korkularını en başta görüyoruz. Oysa tüm bunların baskı yerine samimiyet ve eğitim ile çözülebileceğine inanıyoruz. Kaldı ki anne-bebek dostu sezaryen dediğimiz anne ve bebeğin kararlarına saygı duyan doğum yöntemi de vardır. Her ebeveyn ister normal ister sezaryen olsun doğum haklarına saygılı bir doğum yaşamalıdır."
Dr. Çoker, Türkiye'de doğum eylemine ilişkin yaşanan kısır döngü ve yanlışları şöyle sıralıyor:
1. Korkular
Gebeler doğumdan, doktorlar gebelerden ve dava edilmekten, ebeler doktorlardan, hastaneler bakanlıktan korkarken doğumlar nasıl artsın?
Yıllardır doğuma riskli bir hastalık gibi olan yaklaşım meyvelerini verdi ve artık halk doğumdan korkuyor. Bu korku ile büyütülmüş anneler ağrı çekmekten ve özellikle bebeğine bir şey olmasından korkan haldedir. Bu korku, sağlık sistemi tarafından da kullanılır. Son yıllarda medyada değişen haberler de bu korkuyu körükler niteliktedir. Doğumda oluşan komplikasyonlar artık 'Doğuma zorlandı ve bebeğini kaybetti' başlığı ile verildiğinde özellikle devlet hastanelerinde doğuma zorlanma korkusu yaşandı ve halk özel hastanelere doğru kaydı.
Durum böyle olunca birçok devlet hastanesinde sezaryen oranları %20-25 aralığına geçmesine rağmen, yanlarındaki özel hastanede oranlar %80-90 aralığına çıktı. Bu durum, devlet hastanesi dışında seçeneği olmayan yeşil kartlı gebelerde sezaryen oranlarının çok daha düşük olmasını da (%32) açıklar.
Bir diğer ihmal edilen korku da doktorların doğum korkusudur. Doğum, hayatın kendisi gibi içinde riskler barındırır ve garantili bir olay değildir. Doğumda da tıbbın önleyemeyeceği istenmeyen olaylar olabilir. Gerek Bakanlık gerekse medya bu durumlarda doktoru tek başına ve savunmasız bıraktığı için, doktorlar mesleklerinden korkar hale geldi. Bir an önce doğumda ihmal ve komplikasyonu ayıran ve güven veren yasalar çıkmadıkça doktorlar savunmacı tıp dediğimiz bir duygu ile en ufak bir şeyde sezaryen kararı almaktan çekinmeyecektir.
2. Baskılar
Sağlık Bakanlığı doğum oranlarını yükseltmek için bir yandan gerekli düzenlemelere ağırlık verirken öncelikle doktorlar ve gebeler üzerinde baskı yöntemini devreye soktu, ancak tepki ile karşılaştı. İsteğe bağlı sezaryen gerekli şartlar yerine gelmedikçe devlet kurumlarında yasaklanınca, halk özel hastanelere doğru yönelerek daha güvenli olduğuna inandırıldıkları sezaryeni tercih etti. Baskılar doğumun en büyük düşmanıdır. Doğum ve baskı kelimeleri asla yan yana gelemez ve gelmemelidir. Sonuç her zaman halkın aleyhine olacaktır.
3. Ebe desteğinin olmaması
Ebelerin doğumdaki rollerinin silinmesi ile birlikte doğum oranlarının azaldığını görüyoruz. Hala ebelerin sorumluluğunu tanımlayıcı modern bir ebelik yasası yoktur. Avrupa’nın en büyük ebe kadrosu (50 bin) bu yolda pasifize durumdadır. Bir an önce ebelik yeniden canlandırılmalı ve ebeler annelerle gerek hamilelikte gerekse doğumda birebir çalışmalıdır.
Şu anda doğuma şahit olan herkes (anne, baba, bebek, doktor, ebe) psikolojik bir baskı altında ve her doğum hayatlarında bir travma gibi yaşanıyor. Doğumun psikolojisine profesyonel yaklaşım için kurumlardaki psikologlara ayrı bir eğitimle bu desteği nasıl verecekleri öğretilebilir ve çok kısa sürede çok olumlu sonuçlar alınabilir. 'Hamile ve doğum psikoloğu' kavramı ülkemizde canlandırılmalıdır.
5. Fiziki şartlar ve mahremiyetin ihmali
Mahremiyet doğumun olmazsa olmazıdır. Ama gerek devlet gerekse özel kurumlarda çok kolay ihmal edilebiliyor hatta önemsenmeyebiliyor. Birçok kurum bu durumu düzeltme adına önlemlerini almaya başladı. Ancak fiziki şartların değişimi mahremiyetin korunması için yeterli değildir. Mahremiyet sağlık personelinin tüm davranış ve doğumu algılayışlarına yansımalı ve gebelere hissettirilmelidir.
Sezaryenin azalması için ne yapılmalı?
1. Doğuma hazırlık eğitimleri yaygınlaştırılmalıdır. Eğitim sayesinde ortak bir dil oluşturulabilir. Aileler sorumluluklara katılabilecek ve kendi tercihlerini korkmadan isteyebilecek kadar bilinçli bir bilgiye sahip olabilirler. Bu sayede doktor üzerinde büyük bir baskı unsuru olan dava edilme korkusu da azalacaktır.
2. Ailelere birebir destek verecek ve onları doğuma hazırlayacak ekipler bir an önce eğitilmelidirler. (Bakanlığın bu konuda başlayan çalışmaları hızlandırılmalıdır.)
3. Doğumda ihmal ve komplikasyon durumlarının net olarak ayrılabildiği yasalar çıkmalıdır.
4. Doğumda ekip çalışmalarına geçilmelidir. Doğumun sorumluluğunun tek doktorda olduğu özel hastanelerde sezaryen oranı çok daha yüksektir.
5. Doğumda ebelerin aktif görevlendirilmeleri yeniden sağlanmalıdır.
6. Hamile ve doğum psikoloğu kavramı gelmeli ve aktif kullanılmalıdır.
7. Sağlık Bakanlığı gündemindeki "Anne ve Bebek Dostu Hastaneler" bir an önce faaliyete geçmelidir.