› 
 › 
pudra.com 12.11.2009

Audrey Tautou ile Chanel üzerine...

Coco Chanel’den Önce filminin oyuncusu Audrey Tautou ve yönetmeni Anne Fontaine ile yapılmış bu keyifli röportajı mutlaka okuyun.

Herkes bu filmi; herkes bu filmdeki Audrey Tautou performansını konuşuyor! Hayata inatçı bir yetim olarak başlayan, olağanüstü bir yolculuk sonunda modern kadının sembolü ve zamansız bir başarı simgesi haline gelecek efsanevi modacı Coco Chanel’in hikayesini anlatan Coco Chanel’den Önce filmi hakkındaki bilgiler için filmle ilgili yazımızı okuyabilirsiniz. Filmden kareler için ise galerimizi tıklayabilirsiniz.


Pudra.com olarak favori filmimizin iki kahramanı; oyuncu Audrey Tautou ve yönetmen Anne Fontaine ile yapılmış röportajları sizlerle paylaşıyoruz…

Audrey Tautou röportajı…




Yönetmen, Cambon Caddesi’nin ünlü Matmazeli’ni oynamanızı önerdiğinde nasıl tepki verdiniz?

Coco Chanel karakteri için birkaç yıldır adım geçiyordu. Daha önce de bana onunla ilgili projeler geldi ancak biyografik bir filmde, yani hayatını doğumundan ölümüne kadar anlatan bir filmde oynamak istemiyordum. Düşünsenize, Chanel 87 yıl yaşadı. Onun yolunu çizen klişeler tuzaklarına kesin düşerdik ve bununla ilgilenmiyordum. Belli bir yönüne ağırlık veren bir teklif almayı umuyordum çünkü onun karakterliğinin modernliği, ruhu ve kadınlara sunduğu imkanlar beni büyülüyordu. Ayrıca Anne Fontaine, konuyu nasıl ele almak istediğini açıkladığında, hemen kabul ettim. Anne klişelerden uzak durmak istiyordu. Henüz senaryoyu yazmamıştı fakat Chanel’in ilk yıllarını ele almakta kararlıydı. Chanel’in kişiliğinin oluştuğu yıllar daha ilgi çekici. Bir insan başarılı olduğunda insanlar “Onun başarılı olacağından emindim.” derler genelde. Küçük ölçüde olsa da “Amelie” filmimle bunu yaşama şansını yakaladım. Ondan öncesinde şöhreti yakalayacağımı bilmiyordum. Herkes gibiydim, kuşkularım, sorularım ve belirsizliklerimle ilerlemeye çalışıyordum.

Moda imparatoriçesi olan küçük yetimin macerası herkese örnek olabilir.

Filmin ana amacı bir mesaj vermek değil. Bu karakter üzerinde çalışıp onu daha iyi tanımaya çalışırken, onun kaderinin boyutlarını ve tekilliğini daha iyi anladım. Aslında Chanel bir umut ve başarı simgesi. İnsan sıfırdan başlayıp zirveye ulaşabilir ve o dönemin sosyal ortamında hiçbir şey bugünkünden kötü değildi. 20. yüzyılın başında onun şöhret kazanması olağanüstüydü çünkü kadınları felç eden adetlere karşı mücadele etmesi gerekiyordu. Bu film bir kadının kaderini anlatıyor, o yüzden sadece haute couture tutkunları için değil. Chanel’in hayat ve kadınlarla ilgili görüşleri, zamanının çok ötesindeydi. Onun güçlü kişiliği, ruh hali, gururu ve zekası, başardığı şeyi yaratmasına yardımcı oldu. Büyük bir dürüstlük ve kararlılık sahibi bu kadın, asla pes etmedi. Chanel başkalarıyla, başarısını tasdik etmeleriyle ilgilenmiyordu, başarılı olmakta kararlıydı ve durumunu trajedi olarak kabul etmiyordu.

Gerçekten var olmuş bir karakteri oynamayı istiyor muydunuz?
Bu karakterle ilgili kendi yorumumu katmak istiyordum, aynı zamanda seyircilerin Chanel’in efsanevi imajını tanıyabileceğini aklımda tuttum. Beyazperdede benzerlik verimli olabilir ancak en önemli şey mimiklere dayanan bir performansla yetinmemek ve onun gerçek kişiliğini vermek. Resimler aracılığıyla onun kişiliği hakkında edindiğimiz izlenimler değişmedi. Onun gelişimi bana yardımcı oldu. Örneğin Moulins’deki yıllarında Coco hala biraz köylü. Kendisi için bir şey isterken şüphe duyan bir kadın görüyoruz. Kişiliği var ama hala hassas. Bu kısmı çekerken kendimden emin değildim, kuşku duyuyordum. Sonra netleşmeye başladı. Sonlara doğru tamamen o oldum. Sadece kostümlerle onu canandırmadım. Karakterin yüzeysel kısmını değil, iç benliğini yansıttım demek istiyorum. Başarılı oldum mu bilmiyorum. Bu kadının ilk yıllarında bile farklı olduğunu, belli bir karizma ve aurası olduğunu ifade etmek çok önemliydi bence.

Coco Chanel hakkında çok şey söylendi. Sürekli geçmişini gizledi. Sen kendini o olarak nasıl hayal ettin?

Sorun onu tam olarak hayal edemeyecek olmak çünkü Chanel her zaman kendisini gizliyordu. Kendimi rol için hazırlarken Paul Morand, sonra Edmonde Charles-Roux’nun, Colette’in ve Chanel’in onayladığı biyografileri okudum. İnsanları belki tüm kırsal kesim insanlarına özgü mütevazılıktan dolayı yanlış yönlendirdiğini gördüm. Chanel’in kim olduğunu görmek için biraz kurnaz olmak gerekir. Emin değilim ve kimseyi gücendirmek istemem ancak onun yakında yazılan ve çizilenler tam olarak onun gerçek kimliğine yakın değil. Onunla ilgili malzemeler ve görüntüler kafamı karıştırdı. Ben de sadece fotoğraflara bakmaya ve hayal gücüme serbesti tanımaya karar verdim.

Film, Coco’nun Royallieu’deki ortamda karşılaştığı iki erkekle ilişkisini gösteriyor ve ikisinin de ilk yılları üzerinde büyük bir etkisi oluyor.

Evet Royallieu’deki yavaşça keşfettiği ortamda kendisini göstermesi ve kabul ettirmesi konusunda çok kurnaz davranıyor. Aşağılamaları zeki bir şekilde atlatıyor, orada kalmayacağını ve asla pes etmeyeceğini biliyor. Son derece kibirli. Kız kardeşine “Günün birinde, bizim masamızda yemek yemek için kavga edecekler.” diyor. Balsan’ın etrafındaki insanlarla arasına her zaman bir mesafe koyuyor. Sosyete kadını ya da erdemsiz bir kadın olmak istemiyor. Bir erkek gibi olmak istiyor, erkeklerin özgürlüğüne sahip bir kadın gibi. Coco, Balsan’a aşık olmadığını hemen anlıyor ve bu yüzden aralarında bir dostluk oluşuyor. Balsan’ın onu, kendisini eğlendiren sıradışı biri olarak gördüğünün farkında fakat onu nasıl kullanacağını da biliyor. Balsan ona kapıları açıyor ve onun sayesinde Chanel Paris’e gidiyor. Genç, taşralı bir kız için Paris’i keşfetmek her zaman olağanüstü bir şey.Benim için de ilk kez Paris’e gelişim, etkileyici, güzel, rüya gibiydi ve burada biri olma şansım vardı.


Anne Fontaine röportajı…




Gabrielle Chanel hakkında bir film yapmak nereden aklınıza geldi?
Gençken Lilou Marquand’la tanışma şansını yakaladım, o hayatının son dönemlerinde Chanel’in en yakın iş arkadaşlarından biriydi ve sonra ilişkileri hakkında “Chanel Told Me” adında bir kitap yazdı. Lilou’nun bu efsanevi kişilik hakkında söylediklerinden çok etkilendim. Daha sonra Paul Morand’ın “The Allure of Chanel” kitabını da dikkatle okudum, Matmazel’in inanılmaz kişiliğini çok iyi bir şekilde dile getiren yazarlardan biridir. Kendi kendisini yetiştirmiş olması beni özellikle etkiledi. Fransız taşrasından gelen, yoksul, eğitimsiz bir kız, olağanüstü kişiliği sayesinde zamanının çok ötesinde biri olarak ortaya çıktı hem de kadınların yabancılaştırıcı davranışların ve giysilerin tutsağı olduğu bir ortamda. Balzac tarzındaki hayat hikayesi benim özellikle ilgimi çekti. Yatak odama genç Chanel’in fotoğraflarını koyardım ama bir gün bu konuda film yapacağımı hiç düşünmemiştim. Yıllar sonra, Haut et Court’un yapımcıları Carole Scotta ve Caroline Benjo ile yaptığım bir sohbette, Chanel’in macerasını anlatan bir projeyle ilgilenip ilgilenmeyeceğimi sordular. Karaktere olan ilgim o zaman ortaya çıktı. Düşünmem için bana zaman vermelerini istedim ve Coco Chanel’in tüm hayatını vermeye çalışmanın hata olacağını hissettiğimi düşündüm. Hayatının ilk dönemine, Chanel’in kaderini fark etmesinden öncesine yoğunlaşmak mümkün mü diye düşündüm. Bu yüzden Edmonde Charles-Roux’nun yazdığı “Chanel and Her World: Friends, Fashion, and Fame” biyografisini okudum. Bir diğer zorluk ise, böyle bir karakteri taşıyabilecek, Chanel’in basit bir taklidinden daha öte birisi olabilecek bir aktris bulmaktı.

Audrey Tautou, Coco Chanel’i oynayacak ideal aktristi herhalde.

Evet aynı zamanda Audrey’nin, çift cinsiyet özelliklerine sahip Coco stilinin nasıl oluşturduğunu anlayabilmesi önemliydi. Chanel kendi kişiliğinden ilham aldı, stilini, kendi vücudu, farklılığı ve canlılığı üzerine kurdu. Günümüzde modada androjenlik var ancak Chanel döneminde kadın modası yuvarlak hatlı ve hantaldı. Chanel aynı zamanda kısa saç modasını da başlattı. Aktris kendi silüetini ve güçlü kişiliğini, kadife eldivenin içindeki demir eldiven şeklinde birleştirdi. Onda ayrıca Paul Morand’ın dediği gibi “küçük siyah boğa” yönü vardı. Bir zarafet ve muazzam bir karizma. Audrey ile ilk karşılaşmamda, bakışlarının yoğunluğu beni etkiledi. Chanel her şeye bakardı. Onun kültürü bilgiye değil, gözleme dayanıyordu. Audrey’le tanıştığımda daha senaryonun ilk satırını bile yazmamıştım fakat bana güvenirse ve yapım için Chanel’in çıraklık yıllarına yoğunlaşılırsa ilk dönem filmimin macerasına başlayabileceğimi biliyordum.

Audrey Tautou ve Benoît Poelevoorde da size güvendi.
Balsan karakterini yazarken aklımda Benoît vardı. Onunla Entre ses mains filminde çalışırken yeteneklerini görme fırsatım oldu. Tekrar birlikte çalışmak istiyorduk. Senaryonun ilk versiyonunu Audrey Tautou’ya verdiğim gün son derece gergindim. Ona “Reddetme hakkın var ancak bana göre bu rolü senden başkası oynayamaz. Kabul etmezsen işi bırakırım.” dedim. Neyse ki Audrey kısa sürede evet cevabı verdi. Audrey, Chanel ile aynı yöreden geliyor. Moilins’den 50 kilometre uzaklıktaki Montluçon’da büyümüş. Audrey bana “Günün birinde bu karakterle karşılaşacağımı biliyordum.” dedi. Bu rolün kaderinde olduğunu biliyordu.

Hikayeyi anlatırken biyografik öğelerden uzaklaşıp, onun kariyerinin kökeni ve yaratıcılığı üzerine yoğunlaştınız.
Çünkü o yıllarda, çok sayıda romantik faktör var, öncelikle aşırı yoksulluk içinde yaşayan bir taşralı kızın gençliği.

Chanel tasarımlarında, tasarımcıların çoğunun yaptığı gibi ideal kadın imajını yansıtmadı. Kendi efsanevi stilini kendi özellikleri ve farklılıkları üzerine kurdu.
O farklıydı. Chanel bu farklılığı bir değere dönüştürdü ancak onun için çok acı verici olmuş olmalıydı. Audrey ile dönüşüm üzerinde çalıştık. Başlangıçta sade, tuhaf bir saç stili olan küçük bir köylü kızı olarak görünüyor, sonra stilinin diğer kadınlarla nasıl çatıştığını görüyoruz. Filmin son bölümünde ise Fransız modasını simgelemeye başlıyor. Çok fazla açıklamaya gitmeden bu evrimi vermenin ilginç olacağını düşündüm. Yavaş yavaş insanlar Chanel’i görmeye başladılar.

Filminiz aynı zamanda güzel ve trajik bir aşk hikayesi üzerine kurulu.
Kaderini değiştirecek iki erkekle tanıştığını görüyoruz; Benoît Poelvoorde’ın canlandırdığı zengin ve ekzantrik Balsan ve Alessandro Nivola’nın canlandırdığı, Boy olarak adlandırılan hayatının aşkı genç bir İngiliz olan Arthur Capel. O Chanel’e inanıyor, bu çok önemli ama Chanel onu kaybediyor. ‘Capel’i kaybedince her şeyi kaybettim.’ demişti Chanel. Sonra Chanel kendini işe veriyor. Beni şaşırtan ve ilgimi çeken şey, Chanel’in icat ettiği her şeyin kökeninin o yıllarda olmasıydı. Sonraları modası ve stili gelişiyor ve profesyonel oluyor. Bu yüzden hayatının bu dönemi daha canlı ve etkileyici. Onda, son derece kararlı ve hassas bir şeyler var. Chanel’in, acıları üzerine kurulu inanılmaz bir canlılığı söz konusu.

‘Gözleri kuruyana kadar ağlayan bir kadın’ olduğu söyleniyor.

Evet. Chanel acısını çalışarak aşıyor. Talihsizliğe karşı tutumunu ve bunu yaratıcılığa dönüştürmesini seviyorum. Bu, hayatının bu dönemini ele aldığımız sırada karşımıza çıkan ilginç yönlerden biri çünkü ünlü biri olduğunda, biraz mekanik, sert ve soyutlanmış birine dönüşüyor.

Aynı zamanda bildiğimiz kadarıyla ilginç bir mizah duygusuna da sahip.
Chanel ironiyi sık kullanırdı. Filmde kız kardeşine ‘Sevmenin ilginç tek tarafı sevişmektir. Bunun için bir erkeğin gerekiyor olması çok yazık’ diyor. Chanel, hazırcevaplılığıyla insanları etkiliyordu. Balsan’a ilk tanışmalarında ‘Sıkıldığımda kendimi yaşlı hissederim.’ diyor. Balsan ona ‘Peki kaç yaşındasın şu anda?’ diye soruyor. Chanel de ‘Bin yaşında!’ diyor.

Balsan başta umursamaz davranıyor ama sonra Chanel’le yakınlaşıyor.
Hakkında çok az şey bildiğimiz Balsan karakterini oluşturmayı çok sevdim. Onun için de sevgi yok. Atlarını seviyor, biraz çılgın partileri seviyor. Fakat parti adamının içinde derin bir duygusallık ve insanlık saklı. Bu adamı düşündüğümde aklıma hemen Benoît Poelvoorde geldi. Ondaki bu saldırgan ama sevecen yönleri verebilecek tek kişiydi. Balsan’ın etrafındaki küçük dünyayla ilgili gözlemleri sayesinde Chanel kendi stilini ve ilham kaynağını buluyor. Örneğin hafif ve işlevsel spor kumaşlar, binicilik giysileri ya da Balsan’ın pijamaları gibi. Balsan’ın giysilerine bakarak erkeksi giysilerini ortaya çıkarıyor.

Ve hayatındaki bir diğer adam Boy Capel. Chanel sonunda kendini aşka teslim ediyor.

Aslında gizli bir şekilde Boy Capel’e sırılsıklam aşık oluyor fakat aynı zamanda aşka inamıyor. Annesinin düştüğü tuzaklara düşmek istemiyor. Chanel, annesinin acı çektiğini ve Coco’nun pazardan pazara, kadından kadına dolaşan babası tarafından birkaç kez terk edildiğini görmüştü. Annesini acı çektiğini ve acılar içinde öldüğünü gördüğünde kadınların durumunu anlıyor. Daha ilk başlarda kendisine “Bana asla olmayacak bunlar!’ demiş olmalı. Bu yüzden herkesten önce modern kadının bu şekilde hayata devam etmeyeceğini görmüş olabilir. Chanel kadınların özgürlüğünü ve bağımsızlığını yüceltmeye karar verdi. Hayatının aşkı olan erkeği kaybetmesi de kaderin bir başka darbesi.

Filmdeki yönetmenliğiniz, Coco Chanel olgusuna karşı saygı ve yüceltme şeklinde görülüyor. “Bir şeyler çıkarabilir, azaltabilir fakat ekleyemezsin” tarzında. Onun gibi siz de yüzeysellikten yana değilsiniz.
Filmin onun gibi görünmesi, estetik kaygıların olmaması çok önemliydi. Chanel tarzı, hatların katılığı ve zarif basitliğiyle hemen tanınabilir. Hipodromda ya da Deauville’deki sahilde, Chanel tarzının diğer kadınlar, abartı şapkaları, onları ikiye bölen sıkı korseleriyle tezat oluşturduğunu gördük! O kadınlar süs gibi duruyordu, Chanel ise bireyin varlığıyla ilgiliydi. Filmle birlikte o dönemin duygularını anlamanız gerekiyor.

Onun tasarımlarının orjinalliğini belirleyen oturaklılığın ve minimalizmin, Aubazine manastırının sadeliğinden ve rahibelerin siyah beyaz kıyafetlerinden geldiğini söylediniz.
Evet. Küçük kızı o ortamda gözünüzde canlandırmak önemli. O yalınlığa, Chanel’in sonradan stilinin temelini oluşturacak siyah beyazın hakim olduğu ortama bağlı kalmak istedim. Sonradan onu kabarede, elbiseye beyaz bir tasma ve bir erkek gömleğinden kol ağzı eklediğini görüyoruz. Ünlü küçük siyah elbise burada şekilleniyordu ve sonradan da en belirgin tasarımı olacak.

Chanel’in aşk hayatını okudunuz. Onun ünlü küçük siyah elbisesi, hayatı yalnızlık dolu bir kadın olan Chanel’in kendisi için tasarlanmış olamaz mı?
Ne olursa olsun, tasarım sürecini, yarattıklarını hayatıyla ilişkilendirecek şekilde çektim ve özellikle Capel’in kazasından dolayı yaşadığı acılarla. Bu dramı, kült rengi olan siyaha karşı bir saplantıya dönüştürmesinin güzelliği var. Bu ilişki giysilerine edebi bir boyut katıyor. Ancak bir giysinin böyle bir boyutu olamaz normalde. Chanel, kadın giysilerine bir hareket getirdi. Kadınlara özgürlük sundu.

Bu tür bir çıraklık hikayesi, kahramanın direncini, iradesini ve kendine güvenini ortaya koyduğu, kaderini kendi ellerine aldığı bir hikaye, tüm kadınların ilgisini çekebilir.
Kesinlikle. Hatta Paul Morand’ın kitabında anlatıldığı şekilde Chanel şöyle diyordu “Hayatım tek başına, acıları, zaferleriyle, kendisine, erkeklere, cazibelere, zayıflıklara ve dört bir yandan gelen tehlikelere karşı bir kadının hikayesi, çoğu zaman trajedisi.” Her erkek ya da kadın bununla kendisini özdeşleştirebilir ya da onun aşk hikayelerinden ve filmde bazı anlarda yaşadığı kaderden etkilenebilir.

Maison Chanel bu projede size yardımcı oldu mu?
Chanel’in işbirliği bizim için çok önemliydi, özellikle de final sahnesinde. Orada Chanel etiketli giysiler kullanmamak imkansızdı.” diyor Fontaine. “Bu sahnede tüm giysiler, Chanel Konservatuarı’ndan geldi. Karl Lagerfeld’le birkaç kez buluştum, ona kostüm tasarımcım Catherine Leterrier’in yaptığı giysilerin çizimlerini gösterdik. Karl, Audrey Tautou’nun resimlerini gördüğünde onun ‘gerçek Chanel’ olduğunu söyledi. Maison Chanel ile çok doğal bir işbirliğimiz oldu fakat benim yaklaşımımı etkilemedi.


POPÜLER GALERİLER
gelinlik modelleri pudra
mac mbfwi pioneering designersi 10
lenzing ecovero mehtap elaidi mbfwi 01
korean beauty kore guzellik sirlari
new york fashion week 26
paris fashion week pudra 12
mac mbfwi pioneering designersi 10
oleg cassini collection 2117 2
EN YENİLER