İzmir’e gelmişken uzun zamandır aklımda olan bir antik kent vardı gezmek istediğim. Torbalı yakınlarında bulunan, geçmiş dönemin Torbalı’sı diyebileceğimiz Metropolis. Ne yaptım ettim, pazar sabahımı Metropolis gezisiyle değerlendirmeye karar verdim. Güzel bir Ege sabahında bu güzel antik kenti gezmeye gittik konferans ekibinden küçük bir grupla. Bu yazıda Metropolis’i anlatmak istiyorum ancak ilk olarak isimden başlayalım. Metro sözcüğü Latince Mater yani "anne" kelimesinden gelir. Bu durumda Metropolis de ana kent anlamına gelir. Kente adını veren söz konusu anne, Anadolu’da Magna Mater yani Yüce Anne olarak da tanınan Kibele, ya da onun ardılı Artemis’tir. Malum, Ana Tanrıça diyarıdır Anadolu.
Metropolis konum olarak bir dağın yamacında, antik adı Kaistros olan Küçük Menderes Irmağı’nın suladığı bereketli bir ovanın hemen kenarında bulunan bir kent. Malum eskiler ovalara ev inşa etmezler, çünkü ovalar onlara karınlarını doyurabilmek için gereklidir. Hayvanları ovada otlatırlar, bitkileri ovada yetiştiririler. İşte böyle konumlanmış bir antik kent Metropolis.
Kentin adı yaklaşık 5 kilometre uzaklıkta bulunan ve 2 bin yıl önce Roma döneminde Meter Gallesia olarak adlandırılan bir mağaradan gelmektedir. Bu sözcükte malum "meter" anne anlamına gelir. Gallesia ismine gelince, burada ilginç bir şey karşımıza çıkar. Gallesia, Galat, Kelt anlamındadır. Bu da günümüzde Avrupa'da birçok toplumun atası olan, Fransızların ‘Nos ancetres Les Gauls’ yani ‘Atalarımız, Galatlar’ dedikleri halk, MÖ 3-4. yüzyıllarda günümüzde Ankara, Yozgat ve Çankırı’yı kapsayan coğrafyada oturmuş, sonrasında da Avrupa’ya doğru büyük bir göç gerçekleştirmiş ve belki de bu süreçte ana tanrıça kültünü Avrupa’ya taşımıştı.
Metropolis antik kentinin tarihi neredeyse 5 bin yıl öncesine, Erken Tunç Çağı’na kadar uzanıyor. Ancak kentin en görkemli dönemi, Batı Anadolu’nun neredeyse tüm antik kentleri gibi MÖ 2 - MS 3. yüzyıllar arasındaki Roma İmparatorluğu dönemi olmuş. Bu dönemde Metropolis, Roma’nın Anadolu topraklarındaki barışçı egemenliği sayesinde bir ticaret ve tarım kenti haline gelmiş, kentte üretilen tarımsal ürünler Kaistros Irmağı boyunca Efes limanına taşınmış ve buradan Ege Denizi boyunca diğer topraklara ulaştırılmış. MS 3. yüzyıl sonlarında ise Roma’nın gerilemeye başlamasıyla Metropolis de önemini yavaş yavaş yitirmeye başlamış, 6-7. yüzyıllara kadar deyim yerindeyse idare etmiş ama 7. yüzyıl başındaki Arap ve Sasani akınları sonrasında tamamen terk edilmiş. Bölge 14. yüzyılda Aydınoğulları Beyliği’nin egemenliğine girmiş. Bu süreçte kentin adı da evrilip Torbalı haline gelmiş. Kent 1970’lerden bu yana kazılıyor ancak özellikle 1990 sonrasında, maddi desteğin de gelmesiyle kazı çalışmaları hız kazanmış ve kent bugünkü durumuna ulaşmış.
Metropolis’in en tepede olan bölümü adının da ifade ettiği gibi akropolis. Akro, yüksek, polis de kent demek. Akropolis ayrıca kentin en eski bölümü oluyor. Yani kentin kuruluşu tepeden başlıyor, zaman içinde Roma İmparatorluğu zamanında ovaya doğru genişliyor. İlk kurulduğunda henüz güvenli olmayan siyasi ortam besbelli kentin tepede korunaklı bir konumda kurulmasına neden olmuş. Sonraki dönemde ise Roma güçlü bir yönetim kurunca tehlikeler ortadan kalkmış ve diğer kentlerde olduğu gibi burada da yerleşim ovaya doğru genişlemiş. Akropolis’te savaş tanrısı Mars’a adanmış bir tapınağın kalıntıları bulunuyor. Antik Tiyatronun güzelliği ve iyi korunmuş hali beni şaşırttı doğrusu. Bir profesyonel tercüman rehber olarak 30 yıla yakın bir zaman Türkiye’nin antik tiyatrolarını yabancılara gezdirdim, anlattım. Şunu her zaman söylerim ki Türkiye’deki kadar güzel olanları dünyanın hiçbir yerinde yok. Belki de ilk 20’ye bile giremeyecek olan Metropolis tiyatrosunun yine de başka ülkelerde en güzellerinden biri olarak kabul edileceğine eminim. Tiyatronun seyirci bölümünün mermerden yapılmış ve son derece iyi korunmuş, alt kısmının gerçekten dikkate değer olduğunu belirtmeliyim.
Metropolis’te asıl şaşkınlığım ise hamam kompleksini görünce oldu. Yaklaşık 2 bin yıllık Roma hamamı gerçekten de Anadolu’nun en iyi korunmuşları arasında. Giyinme soyunma bölümü olan apodyterium, soğuk bölüm frigidarium, ılık salon tepidarium ve sıcak alan caldarium çok net bir şekilde görülebiliyor. Hatta bu hamamda ilk kez karşıma çıkan bir bölüm de masaj odası vazifesi gören haleiptorium oldu. Hamamın hemen yanında bulunan Gymnasium ise Alexandria Mirton adında bir kadın tarafından yönetilmekteymiş. Bu da Anadolu kadınının Roma İmparatorluğu zamanındaki konumunu ve gücünü göstermesi bakımından ilginç bir durum olarak karşımıza çıkıyor.
Torbalı ovasında yıllar önce tütün tarımı yoğun yapılırdı. Yaz sıcağında turistlerle klimalı otobüslerimizle geçerken o kızgın güneş altında yalnızca kadınları tarlada iki büklüm çalışırken görürdük. Aklıma iki bin yıl sonraki o manzara geldi ister istemez.