Coğrafyaya ve futbola olan merakımdan dolayı çocukluğumdan beri Hollanda Bayrağı'nın mavi, beyaz, kırmızı renklerden oluştuğu halde, Hollanda Milli Futbol Takımı'nın baştan aşağı turuncu forma giymesini merak etmişimdir. Yeşil, beyaz, kırmızı bayraklı İtalyanların mavi forma giymesi, bu ülkenin masmavi gökyüzüyle güzel uyum gösterir; ama yağmurlu, sisli ve soğuk Hollanda’da portakal yetişmez ki, portakal rengi forma giysinler.
İşte bu sorumun yanıtını Provence’a yolculuk yapmadan önceki okumalarım sırasında anladım. Daha önce Provence Bölgesi'nin güzellikleri yazımda anlattım, Orange kenti Provence’ın kuzey kapısı oluyor ve bu kentin rengi de adı üstünde Portakal rengi. Aslında burada portakal da yetişmiyor. Zira Orange, enlem olarak kuzeyde kalıyor. Ve Akdeniz’den sıcak esen rüzgarlar kuzeye yani Alpler'e doğru soğuyuyor, buraya buz gibi soğumuş halde inen Mistral rüzgarı havayı buz kesiyor ve portakal çiçeklerinin donmasına neden oluyor. O halde neden Orange yani portakal?
Kent aslında M.Ö. 1. yüzyılda Arausio ismiyle kuruluyor ve buraya Roma İmparatorluğu’nun önemli lejyonlarından biri yerleşiyor. Arausio daha sonra Aurenjo şeklinde telaffuz edilmeye başlanıyor. Aurenjo sözcüğü de zamanla güzel bir çağrışım yaptığı için Orange sözcüğüne evriliyor ve kentin arması da portakal rengi oluyor. İlerleyen yüzyıllarda bir Orange prensliği kuruluyor ve 16. yüzyıla gelindiğinde Avrupa tarihinde çok yaygın olan uluslararası evlilikler sonucunda Hollandalı bir prens, Orange prensi oluyor. Sessiz William adındaki prens, bu sembolü ülkesi Hollanda’ya taşıyor, böylece bu renk Hollanda kraliyet ailesinin rengi haline geliyor. Belki de bu yüzden Hollandalıların bu kente ilgisi günümüzde de sürüyor, öyle ki kentteki pek çok küçük turistik tesis, bizim de üç gece konakladığımız Villa Aurenjo gibi Hollandalılar tarafından işletiliyor. Aslında bu durum hiç de fena olmuyor; zira Hollandalılar insan ilişkileri bakımından sicilleri pek de parlak olmayan Fransızlara kıyasla oldukça başarılılar.
Orange küçücük bir kent aslında. Ancak oldukça keyifli, şirin ve sıcak insanların yaşadığı bir kent, konumu da son derece merkezi. Örneğin; bölgenin en önemli kentlerinden Avignon yalnızca yarım saatlik uzaklıkta bulunuyor. Böylece sakin bir kentte konaklanıp oradan gündüzleri son derece canlı Avignon’a günübirlik gidip gelmek mümkün oluyor.
Orange kenti aslında güneyindeki Nimes ve Arles ile birlikte Fransa sınırları içinde son derece önemli bir Roma İmparatorluğu mirası. Zira ne Provence ne de Fransa, Roma dönemiyle pek özdeşleştirilmiyor. Oysa gerçek olan bir şey var ki, Güney Fransa’da, adını saydığımız bu üç kent ve daha nice küçük kasabadaki Roma dönemi anıtları, korunma ve restorasyon kalitesi açısından hiç de İtalya’dan geri kalmıyor.
Orange kentindeki en önemli anıt, bizim Aspendos tiyatrosuna çok benzeyen Roma Tiyatrosu. Orayı gezerken birlikte olduğumuz Fransız arkadaşlarımızı üzmemek için tabii Aspendos’un oradan daha güzel olduğunu söylemiyoruz. Bununla birlikte Orange Tiyatrosu gerçekten de Avrupa’da en iyi korunmuş Roma dönemi tiyatrosu olma özelliğini taşıyor. Tiyatro mimarisi konusunda Roma Dönemi’nde Avrupa, Anadolu kadar şanslı olmamış. Romalılar en güzel arenaları Avrupa’ya, en güzel tiyatroları ise Küçük Asya topraklarına inşa etmişler. Anadolu’da sanat yeşersin, Avrupa’da ise gladyatör ve vahşi hayvan dövüşleri olsun istemişler. Romalılar Anadolu’yu sözcük anlamına uygun bir şekilde güneşin yükseldiği toprak olarak görmek istemişler.
Chorégies d’Orange Sanat Festivali
Orange Tiyatrosu M.S. 1. yüzyılda, yaklaşık 10 bin seyirciyi kapsayacak şekilde, Roma döneminin geleneksel tiyatro şablon mimarisi temelinde yapılmış. 4. yüzyıl sonlarına kadar tiyatro görevini yerine getirdikten sonra hristiyanlıkla birlikte, bu yeni dinin tiyatrolara karşı takınmış olduğu tutumla terk ediliyor ve öylece bırakılıyor. 19. yüzyılda ünlü yazar ve entellektüel Prosper Mérimée’nin Fransa’nın ikinci cumhuriyeti zamanında Eski Eserler Genel Müdürlüğü’ne getirilmesiyle Arles ve Nimes arenaları gibi Orange Tiyatrosu da restore ediliyor ve 1869’da Roma İmparatorluğu’nu anmak için düzenlenen Roma Festivali'yle açılıyor.
Bu tarihten sonra neredeyse aralıksız süren festival, 1902 yılında Chorégies (koreji) adını alıyor ve her yıl yaz aylarında düzenlenen, adından da anlaşılacağı üzere müzik temelinde bir etkinlik haline geliyor. Aslında koro sözcüğünü çağrıştıran bu isim Roma İmparatorluğu döneminde tiyatrolardaki müzik etkinliklerini finanse etmek için halka uygulanan bir tür verginin de adı olarak biliniyor. Avrupa’daki sanatsal etkinlikler arasında az bilinenlerden biri olan Chorégies d’Orange hemen her yıl Aida, Tosca, Carmen, Faust ve daha pek çok klasik operaya sahne oluyor ve normal zamanda 30 bin olan kent nüfusu Chorégie’nin düzenlendiği temmuz ayında 100 bine çıkıyor.
Orange, Fransa’nın büyük nehirlerinden Rhone’un yanıbaşında, ülkenin ikinci büyük kenti Marsilya ile üçüncü kent Lyon’un arasında son derece keyifli ve çevresindek pek çok köy ile kasabaya ulaşım bakımından merkezi bir küçük kent. Marsilya’ya daha yakın olmakla birlikte Lyon’dan da TGV yani Fransız hızlı treniyle kolaylıkla ulaşılabiliyor. Bu arada hem kent hem de çevresi trafik bakımından oldukça rahat olduğundan özel araç kullanımının da oldukça rahat bir kent ve bölge olduğunu belirteyim.