Yaşantımızda oluşan her farklı durum, bir uyum sürecini gerektirir. Bu uyum süreci bazen kolay ve kısa sürede bazen de oldukça sancılı ve uzun vadede gerçekleşir. Özellikle ortaya çıkan yeni durum, isteğimiz dışında gelişen, engelleyemediğimiz, alışkanlıklarımızdan çok farklı ve temel değerlerimizi sarsacak boyutta ise bu sürecin uzaması ve fırtınalı olması kaçınılmazdır.
Günümüz insanı hızlı, ard arda gelen değişim ve gelişmeler karşısında bazen çaresiz kalabilmektedir. Henüz bir öncekine uyum sağlamamışken artçı bir başka değişim uyum güçlüğünü artırmakta, bu durum öncelikle bireyi iç çatışmalara ve dolayısıyla diğer kişilerle de çatışmaya itmekte, ilişkilerinin bozulmasına, iş ve sosyal yaşamında başarısızlığa ve mutsuzluğa neden olmaktadır.
İnsan, yeryüzüne geldiği ilk günden beri varlığını korumak ve yarına kalabilmek amacıyla en basit anlamda karnını doyurmak ve barınmaktan başlayarak bir yandan doğa olayları ve yaşamlarını tehdit eden yabani hayvanlarla, bir yandan da diğer birey ve gruplarla boğuşmak zorunda kalmıştır. Günümüzde -değişim göstermesine rağmen- hala bireyi ve toplumları tehdit eden bir çok tehdit unsuru mevcuttur. Bu tehditler karşısında zayıf düşenlerin varlığı en kısa sürede sonlanır.
Biyolojik evrende doğal ayıklanma mevcuttur; uyum sağlayamayan, zayıf olup tutunamayanlar sahneden çekilirken ancak güçlü olup tutunabilen, çevrelerine uyum sağlayabilenler varlıklarını sürdürebilirler. Aynı durum insanlar için de geçerlidir. Toplum içinde yalnız kalan, kişilerarası etkileşim örüntüleri içinde dezavantajlı olanların yarına kalma şansları pek yoktur.
Moreno’ya göre; “yarına herkes kalabilir”. Bu da sosyometriden yararlanmak ve sosyometri kapsamındaki düzeltici/iyileştirici teknikleri kullanmakla mümkün olacaktır.
Sosyometrinin kurucusu J.L. Moreno, her gün içinde yaşadığımız ve hiç de dikkatimizi çekmeyecek kadar küçük, önemsiz olaylardan yola çıkarak bilim dünyasında çığır açacak kadar önemli olan buluşlar ve tüm insanlığı mutluluğa, kurtuluşa götürecek hedefler amaçlamıştır.
Sosyometrinin amacı; zekası, ırkı, inancı, dini, ideolojisi ne olursa olsun, her insana yeryüzünde tutunmaları, spontanlıklarını ve yaratıcılıklarını kullanmaları için aynı derecede fırsat veren bir dünyanın kurulmasına yardımcı olmaktır. Bu amaç, devrimci bir hareketle izlenmelidir. Ancak bütün bir toplumu tek bir devrimci görüşle değiştirmeye çalışan ve işe son safhasından başlayan her görüş hayali olur. Ama değişime ilk köklerden, sosyal atomlardan başlayarak ve halkın sosyometri bilincini geliştirerek derece derece ilerletilirse o zaman akla uygun olur ve bir sonuca ulaşılabilir.
Moreno’ya göre, spontan ve yaratıcı olan insanlar, gelişme, üretme, dünyada tutunma ve dolayısıyla da “yarına kalma” şansına sahiptir. Fakat ne yazık ki insanlar sahip oldukları yaratıcılığı ve spontanlığı gittikçe kaybetmektedirler. Makineyi yaratan insan giderek makinenin kölesi olmuştur. Spontanlık ve yaratıcılıklarını kaybederek robotlaşan insanların toplumda ve dünyada tutunma şansları azalmaktadır. Moreno’ya göre sosyometrinin görevi bu noktada başlamaktadır. Sosyometrinin görevi/amacı, insanların spontanlıklarını ve yaratıcılıklarını kullanmalarına yardımcı olmak ve böylece onların yarına kalma şanslarını artırmaktır.
Spontanlık ve Yaratıcılık
Moreno’ya göre spontanlık ve yaratıcılık sosyometrinin temel taşlarıdır. Sosyometri yarattığı yeni metodlarla bu kavramları metafizik ve felsefi alandan deney alanına geçirmiştir.
Moreno, spontanlığı hem kalıtsal bir özellik hem de bir yetenek olarak tanımlamaktadır. Bireyin kendi durumunu dış etkilerden ve kontrol edemediği iç etkilerden bağımsız olarak sürdürmek için duyduğu kalıtsal eğilim olarak spontanite, son derece fizyolojik bir görünüm kazanmaktadır. Buna karşılık, kişinin yeni bir duruma yeni ve uygun tepki verebilme yeteneği olarak tanımladığımızda, kazanılabilecek bir beceri olarak karşımıza çıkmaktadır. Spontanitenin gelişmesindeki en önemli duygusal ve düşünsel engel kültürel tutuculuktur (ALTINAY, 2001).
Spontanlık ve yaratıcılık birbirine eş veya benzer değildir. Strateji bakımından birbirlerine sıkı sıkıya bağlıdırlar ama gene de ayrı iki kategoridedirler. Spontanite olmadığında yaratıcılık ölür, yaratıcılık olmadığı zamanda spontanlık boş ve kısır kalır. Herhangi bir kişide spontanlık ve yaratıcılık taban tabana birbirine zıd olabilir. Yani spontanlığı çok güçlü olmakla birlikte hiç bir şey yaratamayan bir aptal olabilir. Bir başkasında ise yaratıcılık çok güçlü ancak spontanlıktan eser olmadığı için eli kolu bağlanmış biridir. Spontanlığın ve yaratıcılığın birbirine eş olduğu tek bir varlık vardır ki o da Tanrı’dır. Gerçek yaşamda sadece spontanlık ya da sadece yaratma ürününe rastlamak mümkün değildir, bu ikisi daima birbirlerine bağlıdırlar. Yaratıcılık bir töz (kök, asıl, cevher), spontanite ise katalizördür.
Spontanlık kosmik ve insanla ilgili tüm değişikliklerde en önemli olgu olarak karşımıza çıkar. İnsanoğlunun doğumundan itibaren tüm gelişim dönemlerinde ve daha sonraki kişisel yaşamını biçimlendirmede ve toplum yaşamındaki tutum ve davranışlarında her zaman anlamlı ve önemli bir yer tutar.
Spontanlık, insanlığın evriminde libido’dan, hafızadan, zekadan önce belirmesine, en eski ve evrensel bir meleke olmasına rağmen en az işlenmiş, en az gelişmiş gücüdür. İnsanlığın çektiği ruhsal ve sosyal sıkıntılar hep spontanlığın yeter derecede gelişmemesinden doğmaktadır. Bu nedenle eğitici ve tedavicilerin başlıca ödevi aşırılığa kaçmadan öğrencilerine daha spontan olmayı öğretmek olmalıdır (MORENO, 1963).
Spontanitemiz sayesinde dünyaya gelir, temel ihtiyaçlarımızı spontan davranışlarımızla karşılarız. Spontanite, zaman içinde köreltilip yok edilmeye çalışılmasına rağmen her zaman kendini yaratabilecek bir güce sahiptir. Psikodrama çalışmaları ile kişisel düğümlerimizi çözüp eski spontanitemize kavuşmamız mümkündür. Yani körelen spontanitemizi yeniden parlatma ve geliştirme olanağımız mevcuttur. Bir sporcunun antreman yapması gibi gitgide kuvvetlenen spontan davranış gelişimimize olanak tanır. Yeni ve uygun tepkiler veren bireyler haline geldikçe kendimizi daha mutlu, tatminkar ve yaratıcı hissedebiliriz.
Moreno spontanlığı; Yapıcı ve Yıkıcı Spontanlık olmak üzere iki gelişim yönüyle ele alır. Yapıcı Spontanlık; “ya yeni koşullara uygun olumlu bir tepki, ya da eski koşulara yeni bir tepkidir”. Yıkıcı Spontanlık ise; “spontanlık olayının, varlığı ile anlamı arasında bir uyumluluk olmadan ortaya çıkmasıdır”. Tıpkı kanser hücrelerinin, organizmanın temel varoluş ilkesine zıt olarak uyumsuz ve sınırsız biçimde çoğalıp yayılması, organizamayı ölüme, yok oluşa sürüklemesi gibi. Yıkıcı spontanlık, ruhsal, sosyal ve ekolojik alanlarda da olabilir. Bazı ruh hastalarındaki güçlü spontanlık ya da amaçsız agresif davranışlar buna örnek olabilir. Eğer kişi bu yıkıcı gücün korkusu ile spontanlık yeteneğini baskı altında tutarsa kendi varlığına ve yaşamına biçim vermede, ilişkilerini yönetmede zorlanmaya başlar. Psikodramanın temel amacı, hem insanın spontanitesini ortaya çıkarıp, bağımsız kılmak hem de bunu diğer yetenekleri ile birlikte bireyin yaşamına biçim ve yön vermede kullanmasını sağlamaktır. Ancak bu şekilde yapıcı ve yaratıcı olmak mümkün olabilir.
Moreno’ya göre engellenmiş, kısıtlanmış yaratıcılık yeteneği, “Yaratıcılık Nörozlarına” neden olur. Bu kişiler belirli zeka düzeylerine, özel bazı yeteneklerine rağmen yaşamda pasif kalır, mevcut potansiyallerini geliştiremez ve “kendilerini gerçekleştiremezler”. Yaratıcılık nörozu sergileyen kişilerin hem kendileri ile barışık olma şansları azalır, hem de çevrelerindeki kişilerle yapıcı ve yaratıcı iletişim kurmaları güçleşir. Bu sorunları giderebilmenin ilk adımı bu kişilerin spontanlıklarını artırarak, yaratıcılıklarını kullanmalarına fırsat tanımaktır.