Başınıza sürekli aynı şeyler geliyorsa…
Geçenlerde sosyal medyada çok paylaşılan bir deney vardı. New York’taki 11 Eylül olaylarından etkilenen ailelerin çocuklarının, ebeveynelerinin yaşadığı stresi hormonal olarak miras aldıklarını kan testleri ile kanıtlayan bir deneydi bu. Haberin izlerini sürerken, Yayın Direktörümüz Emel Erden, aile içi aktarılan travmalara dair bir kitabı da bulunan Mark Wollyn’nin nefis bir makalesini paylaştı.
Wollyn yazısında Sigmund Freud’un bu modeli yüz yıldan fazla bir süre önce tanımladığından bahsediyor. “Travmatik tekrarlama" ya da Freud’un tanımıyla “yineleme saplantısı” bilinçaltının çözülmemiş sorunları yinelemeye çalışması. Çünkü bilinçaltı travmayı bu şekilde çözebileceğini düşüyor ve ne yazık ki bilinçaltının geçmişteki olayları yineleme güdümü ailelerin çözülememiş travmalarının gelecek nesillere aktarılmasının kanallarından birisi haline geliyor.”
Bilinç altı kadere mi dönüşüyor?
Freud’un çağdaşı Carl Jung’a göre ise bilinçaltında kalan yok olmuyor, aksine hayatımızda kader ya da talih olarak günışığına çıkıyor. “Bilinçte ortaya çıkmayan her şey” diyor Jung “alınyazısı olarak geri döner.” Başka bir deyişle her birimiz bilinçaltımızdaki olayları gün ışığına çıkarana kadar tekrarlamaya eğilimliyiz.
Ailedeki son üç jenerasyon incelenmeli
Gelelim günümüze… Hücre biyolojisi, nörobiyoloji, epigenetik ve gelişim psikolojisi alanındaki son gelişmeler tekrarlanan acı hikayelerinin ve travma mekanizmasının anlaşılması için ailedeki son üç jenerasyonun tarihinin incelenmesinin öneminin altını çiziyor.
Mark Wollyn özellikle Aile Dizimi konusunda uzman olan bir psikoterapist. Bu iddialarının kendisine danışmaya gelenlerin hikayeleriyle birebir örtüştüğünü söylüyor. “Jesse’le ilk tanıştığımızda bir seneden fazladır insomnia yani uykusuzluk çekmekteydi. Jesse eskiden yıldız bir atlet ve başarılı bir öğrenciydi ama insomniası onu depresyon sarmalına ve umutsuzluğa itmişti. Sonuç olarak okulu bıraktı ve kazanmak için çok çalıştığı beyzbol bursunu da yitirdi. Yaşamını yeniden düzene sokmak için umutsuzca yardım arıyordu. Son bir yılda üç doktora, iki psikologa, bir uyku kliniğine ve bir naturopatikçiye gitmişti. Hiçbiri kurtuluş için gerçek bir umut ışığı yakamamıştı. Oysa geçmişte Jesse her zaman uykuya kolay dalardı. Ama bir gün on dokuzuncu doğum gününden hemen sonra bir gece 3.30’da aniden uyanmıştı. Donuyordu, titriyordu ve ve yaparsa yapsın ısınamıyordu. Üç saat ve bir sürü battaniyeden sonra hâlâ uyanıktı. Sadece üşümüş ve yorgun değildi, aynı zamanda daha önce deneyimlemediği garip bir korku tarafından ele geçirilmişti. Uykuya dalarsa başına kötü bir şey geleceğine dair bir korku… Eğer uyursam, asla uyanamam. Çok kısa zamanda insomniası gecelik bir rutine dönüştü. Jesse’e ailesinden herhangi birisinin “soğuk”, “uyumak” ya da “on dokuz yaşında olmak”la alakalı bir travmadan acı çekip çekmediğini sordum. Evet, varlığını yeni öğrendiği amcası donarak öldüğünde sadece on dokuz yaşındaydı. Tipide onu yüzüstü bulmuşlardı, hipotermiden dolayı bilincini yitirmişti. Ölümü o kadar trajikti ki aileden kimse adını bir daha söylememişti. Şimdiyse, otuz yıl sonra Jesse Colin’in ölümünün etkilerini taşıyordu. Bu bağlantıyı kurmak Jesse için hareket noktası oldu. İnsomniasının sebebinin otuz yıl önce olan bir olay olduğunu öğrendikten sonra uyumaktan duyduğu korkuyu açıklayabilecek bir sebebi oldu. İyileşme süreci bundan sonra başlayabildi. Jesse sadece insomnianın ağır sisinden kurtulmadı aynı zamanda ailesinin bugünü ve geçmişiyle derin bağları olduğunu keşfetti.”
11 Eylül’den bir sonraki kuşağa kalanlar
Rachel Yehuda, New York Mount Sinai Tıp Okulu Psikiyatri ve Nörobilim profesörü, travma sonrası stres konusunda dünyanın önde gelen uzmanlarından biri ve biyolojik işaretler alanında gerçek bir öncü.
Yehuda ilk olarak, Yahudi soykırımdan kurtulanların ve onların çocuklarının nörobiyolojilerini inceledi. Kortizol (travmadan sonra vücudun normale dönmesini sağlayan stres hormonu) ve beyin fonksiyonları üzerine yaptığı çalışmalar travma sonrası stres bozukluğu tedavisinde devrim yarattı.Yehuda ve takımı soykırımdan kurtulanların çocuklarının da aileleri gibi düşük kortizol seviyesiyle doğdukları keşfetti. Özellikle Travma Sonrası Stres Bozukluğu’nda kortizol üretimi baskılanıyor ve düşük seviye hem travma mağdurlarında hem de onların çocuklarında görülüyor. Yehuda, 11 Eylül saldırılarından etkilenen hamile kadınlar ve onların çocuklarıyla yaptığı deneylerde aynı sonuçlarla karşılaştı. 11 Eylül’den sonra doğan bu çocuklar çok düşük kortizol düzeylerine sahipti.
Aile tarihini incelemekte fayda var
“İnsan acı çok yoğun olduğunda ondan kaçmaya eğilimli. Duyguları engellediğimizde gerekli olan iyileşme sürecini de engellemiş oluyoruz. Bazen acı kendini gösterebileceği ya da çözüme kavuşabileceği bir yol bulanan kadar gizlenir.Yeniden ortaya çıkması gelecek nesilleri bulabilir ve ortaya çıkan semptomlar açıklaması zor olabilir," diyor Wollyn. Görünen o ki, kendimizi çözümlemek, anlam veremediğimiz karanlık yönlerimizle yüzleşebilmek için aile tarihimize hakim olmak kilit bir öneme sahip.
Konuyla ilgili diğer yazılarımız
Travma hayatı nasıl etkiler?
Hayatta karşılaştığımız bir travma üzerimizde nasıl bir etki bırakır? Günlük hayatımız ve cinselliğimiz bundan nasıl etkilenir? Travma nasıl atlatılır? Pudra.com açıklıyor…
Travma yaşayan çocuk aldatıyor
Psikoloji İstanbul’un yaptığı araştırmaya göre, çocukluk çağı travmaları arttıkça, kişilerin ilişkilerinde partnerlerini aldatma eğilimleri de artıyor.
İnsanlar neden depresyona girer?
Depresif olmakla depresyonda olmak arasındaki farkı biliyor musunuz? Peki ya bir yakınınız depresyonda ise ona nasıl davranmanız gerektiğini? Pudra.com yanıtları açıklıyor...
İşe kendinizi sevmekle başlayın
Psikolog Dr. Başak Demiriz'in kendini sevmeyle ilgili psikoterapi diyalogunu mutlaka okuyun. Unutmayın; herşeyin başında önce kendinizi sevmeniz var.